15 Ocak 2013 Salı

Yağmur Altında Gaziantep




Yağmurlu bir İstanbul sabahı başladı Antep-Urfa gezimiz. Uçağımız yükselip bulutların üstüne çıktığında güneşi ancak görebilmiştik. Yine umutluyduk anlı şanlı iki şehri görmeye gidiyorduk. Bizi bekleyen 3 uzun günümüz vardı. Muhakkak güneş bize kendini gösterecekti.( Maalesef bu sefer biraz nazlı davrandı.Son güne kadar çıkmadı bulutların arkasından.)


Planımızı birinci gün Antep; ikinci gün Birecik, Halfeti, Harran; son gün ise Urfa olarak belirledik.

Antep hava alanında bizi bekleyen kiralık arabamızı alır almaz kahvaltı yapacak bir yer aradık. Bize tavsiye edilen adresi bulmakta biraz zorlandıysakta değdi doğrusu. Antep'in dar sokakları ve pasajları arasında geçerek Katmerci Zekeriya Usta'nın dükkanını bulduk. Hem kahvaltı hem katmer nasıl olur derseniz çok güzel oluyor. Biz şahidiz. Sabahın bu erken saatinde ipince hamur arasında bol fıstıklı kaymaklı sıcak bir tatlı. Üç porsiyon sipariş verdiğimizde usta uyarmıştı ben iki tane vereyim olmadı yine yaparım demişti. İki porsiyonu bile 3  kişi zor bitirdik. Ama akşama kadar açlık çekmedik neredeyse. Zekeriya Usta yaşı başını almış dahi olsa halen fırınının başında. Oğlu hem baba ocağına sahip çıkıyor hemde her platformda tanıtımını yapıyor memleketinin. Dükkanın duvarları gazete ve dergilerdeki haber küpürleri ile kaplı. Ustalarımızla hatıra fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmedik.


Bu güzel kahvaltıdan sonra şehrin tarihi sokaklarına bıraktık kendimiz. İlk önce Antep Kalesine çıkmak istedik. Hem kaleyi görmek hemde şehri tepeden görmek için.  Tam bir Ortaçağ kalesi. Roma zamanında bir tümülüsün üzerine inşa edilmiş. Etrafı hendekle çevrili ve köprü ile bağlantılı tek kapısı var. Görmesem de çok merak ettiğim Halep Kalesi ile aynı. Kalede kazı çalışmaları yapıldığından büyük bölümü kapalıydı. Giriş kısmında ve kalenin küçük bir bölümünde kurtuluş savaşının canlandırıldığı panaroma müzesi yer alıyor. Gerçekten görülmesi gereken bir yer. Tarihi Roma'ya kadar dayanan kale, Fransızlara karşı yürütülen kurtuluş mücadelesinde de son kez kullanılmış. Şimdi farklı bir yönden de olsa görevini devam ettirmekte.







Kalenin etrafında sıra sıra bakırcı dükkanlarında el sanatları devam ettirilmeye çalışılıyor. Her girdiğimiz dükkanda ayrı bir hürmetle karşılanıyoruz yöre insanın muhabbeti ile. Dükkanlarda ısınmak için kullanılan mangallar dikkatimizi çekiyor. Hemen her dükkanın önünde fıstık kabuklarının yakıldığı küçük bir mangal var. İyide ısıtıyor hani.







Ara sokaklarda birince çok ilginç bir müzeye rastlıyoruz. Antep denilince akla fıstık,baklava ve yemekleri gelir. İşte burası da  bu kadar yemeğe dayalı bir kültüre uygun olarak Türkiye'nin ilk yemek müzesi  : Emine Göğüş Mutfak Müzesi. Çokta güzel yapılmış. Bakan ve milletvekilliği yapan Ali İhsan Göğüş'ün annesine adına yaptırdığı özel bir müze. Antep'in yemek kültürünü çok güzel bir şekilde gelecek kuşaklara aktarıyor.  Antep'e özel yemekleri tarifleri ile birlikte anlatılıyor. Buna rağmen bir çok yemek unutulmuş.



Cuma namazını Antep'in tarihi camileri arasında en büyüklerinden biri olan Alaüddevle Camii'nde kıldık. Çok eski bir cami olsada minareleri haricinde 1900'lü yıllarında yeniden yapılmış. Kapısında da bunun izine rastladık. Camide benim en çok dikkatimi ve başka bir yerde görmediğim minberi oldu. Daha doğrusu imam çıkana kadar görememiş nerede hutbe okuyacağını merak etmiştim. İmam mihrabın iki yanın yer alan balkonlardan birine pencere kenarında yer alan merdivenlerle çıkınca işin sırrı çözüldü.  Keşke imam hutbede ikin fotoğraf çekebilseydim.




Cuma'dan sonra şehrin hanları çarşılarını dolaştık. Bir çoğu restore ediliyordu. Şehirde ciddi bir tarihi bilinçlenme göze çarpıyor.  Alaüddevle Camii'nden Kale'ye kadar giden yol  ve çevresini kapsayan Antep Kültür Yolu adı verilen bir güzergah var. İçinden onlarca tarihi bina olan bu yol muhakkak görülmesi gerekiyor.  Açık hava müzesi gibi.





Sivas'lı da olsam Antep'in benim kökenlerim açısından önemi var. Atalarım yani Elbeyli Türkmenleri olarak bilinen Türk boyu önce Halep'e,  sonra Antep ve çevresine, en sonunda Sivas'a yerleşmişler. Yıllarca İlbeyli köyleri olarak bilmiştim bizim oraları. Antep çevresinde akrabalarımız olduğunu duysam da  bir bağlantımız yoktu. Ta ki Elbeyli dernekleri vasıtası ile Antep, Sivas hatta Halep'li Elbeyli'leri bir araya gelene kadar. Şimdi bu İstanbul'da bir dernek kurma çalışmalarına devam ediyoruz. Antep gezisinin de bu açıdan önemi yüksekti benim için.



Yağmur altında da yapsak Kalesiyle, bakıcı dükkanlarıyla, Memlük tarzı minareleri ve elbette yemekleri ile Antep'te olmakta mutluluk duydum. İşte yemek işini en sonra bırakmıştık. Sabah yediğimiz katmer bizi neredeyse akşam ettirecekti.  Meşhur İmam Çağdaş'a uğramadan da olmaz diyerek girdik içeri. Lahmacun ve kebaplarının tadına baktık elbet. Ve baklavasının. Tüm bu lezzetlerin yanında tasta ayran gibisi de yok.


Antep'te son durağımız meşhur çingene kızı ile arkeoloji müzesi oldu. Biz gittiğimizde henüz eski yerindeydi. Ancak bir çok eser paketlenmiş yeni müzeye taşınmayı bekliyordu. Büyük bir şanş eseri Çingene Kızı'nı ve bir kaç eseri görme fırsatımız oldu.




Antep'i tadıyla gezemesek te göreceğimizi görmüş yiyeceğimizi yemiştik. Yolumuz uzun Urfa yolları bizi bekliyordu. Geceyi geçireceğimiz Birecik'e doğru yola koyulduk.
----
Not: 7-8-9 Ocak 2011 tarihli Antep-Urfa Gezisinin notlarıdır. 

Gaziantep gezi notları için tıklayınız.
Birecik gezi notları için tıklayınız.
Halfeti gezi notları için tıklayınız.
Harran gezi notları için tıklayınız.
Urfa 1 gezi notları için tıklayınız.
Urfa 2 gezi notları için tıklayınız.
Göbeklitepe gezi notları için tıklayınız.


----







0 yorum:

Yorum Gönder

 
Design by Wordpress Theme | Bloggerized by Free Blogger Templates | free samples without surveys