21 Ekim 2012 Pazar

Trevanian'la İkinci Buluşma : The Eiger Sanction



Askerlik döneminde bir silahlık nöbetinde tanışmıştım Trevanian'la. Şibumi'nin baş karakteri Nicholai Hel'in silahsız öldürme sanatı ilgimi çekmişti. Bunda içinde bulunduğum psikolojinin etkisi vardı muhakkak.Ancak kitapta asıl beni etkileyen yaklaşık 60 sayfasını ayırdığı mağara bölümüydü. En ince ayrıntısına kadar öyle güzel betimliyordu ki mağaranın içinde dolaştığımı hayal etmiştim. Beni doğa sporlarına yönelten düşünce alt yapımı inşa eden kitaplardan birisiydi Şibumi. (Halen mağara inişi yapmayı hayal ederim.) 

5 sene sonra bir kitapçı rafında tekrar karşılaştık Trevanian'la. Kitabın adı tam bir tercüme faciası. Bir çok kitap ve filmin başına gelen bu kitabında başına gelmiş. Orjinal ismi "The Eiger Sanction" olmasına rağmen "İnfazcı" olarak çevirmişler. Aynı zamanda sanat profösörü ve  dağcı olan ajan Dr. Jonathan Hemlock'un  Eiger dağına tırmanışı ve cinayetlerini konu ediniyor. Trevanian bu sefer dağlara davet ediyordu beni. Arka        kapağı okumamla kitabı satınalmam bir oldu. Bir soluk bitirdim zaten. Anadolu Dağcılık'ta aldığım temel bilgiler sayesinde teknik terimleri rahatlıkla anlamam kitabı daha bir zevkle okumamı sağladı. 

Trevanian, eski bir CIA ajanı olan Rodney William Whitaker  kullandığı takma bir isim. Bu nedenle hakkında fazla bir bilgi yok 2005 yılında öldüğü biliniyor.  Şibumi'yi okuduktan sonra yazar ve eserleri hakkında araştırma yapmadığımdan kitabın 1972 yılında yazıldığını bilmiyordum.  Haliyle 1975 yapımı bir filminin olduğundan da. İnternet yaptığım araştırmada filmi görünce açıkçası şaşırmadım. Okurken bu kitabın muhakkak filmi olmalı diye düşünmüştüm zaten . 1975 gibi çok erken bir tarihte olmasının ayrı bir önemi var. O günün teknolojisi ile üretilen dağcılık ekipmanları günümüzde üretilen ekipmanlar arasında karşılaştırma fırsatı veriyor.  

Kitabı okuyunca dağlara karşı isteğim bir kat daha arttı. Belki hiç bir zaman teknik bir tırmanış yapmayacağım. Ancak o duyguyu az da olsa anlıyor olmak çok büyük bir haz veriyor. 











13 Ekim 2012 Cumartesi

Bir "Uzun Hikaye"



Mustafa Kutlu Üstad'la tanışmamız "Uzun Hikaye" ile oldu. Okur okumaz hemhal olduk peşine düştük. Her okuduğumda yenş hikayesini bekler oldum. O yazdı ben okudum. O yazdı ben düşündüm. Şimdi düşününce üstadın hikayelerinde çizdiği tasvirlerin fotoğraflarımda  izlerinin olduğuna kanaat getirdim. Her yeni hikayeyi  okuduğumda düşündüm. Acaba bu hikaye film olsa nasıl olur diye. Ben bunları düşünürken bir haber aldım. "Uzun Hikaye" film oluyormuş. Hemen kütüphanemi aradım ama bulamadım "Uzun Hikaye"mi. Kim bilir kim almıştı. Ama olsun muhakkak okuyan birisidir dedim içimi rahatlattım. Bekledim aylarca "Uzun Hikaye"yi. Yönetmen'i Osman Sınav, Bulgarya'lı Ali'si Kenan İmirzalıoğlu olunca heba olmayacağından emindim güzelim hikayenin. Kimse demeyecekti uyarlama film kitap gibi olmuyor diye. Kitap gibi olmaz elbet. Ancak film gibi film olur. İlk fragmanlar çıkınca tamam olmuş bu film dedim. Bekledim perdedeki ilk gününü. Bir çok film bekledim vizyona girmeden. Ama hiç birine ilk gün gitmeliyim demedim hiç bir zaman. "Uzun Hikaye" başkaydı özeldi benim için. Hakkını vermeliydim.  İşten çıkar çıkmaz eve geldim yemeğimi yedim doğru sinemaya. 

Sıcacık bir Anadolu hikayesi "UzunHikaye". Rumeli'den başlayan bir hikaye. Rumeli de bir Anadolu değil mi zaten. İçimizi sızlatan her anışımızda bir ahh çektiren Rumeli . Bizim Ali'nin Bulgarya'dan  dedesi pehlivan Süleyman ile başlayan hikayesi tren yolları boyunca  kasaba kasaba  Anadolu'yu baştan başa katediyor.  Mustafa Kutlu Üstad'ı okuyanlar bilir. Anadolu'yu anlatır üstad iyileri anlatır iyiliği anlatır. Anlatır ama kötülerden de bahser. İyi ile kötüyü ayırt etmek için. Ama hep umut saçar kalplere kısacık hikayelerinde. Hüzünlendirir zaman zaman ama karamsarlığa düşürmez hiç bir zaman. Ali'de dosdoğru bir insan eğilmeyen bükülmeyen dimdik. Tam bir aile babası. Oğlunun kahramanı eşinin sevdalısı. Oğlunun tabiri ile sevda köylü. Eşine sevdalı, oğluna sevdalı, insanlara sevdalı. Ama çok iyi bir insan 

Osman Sınav hakkını vermiş hikayenin gerçekten. Konunu işlenişi, oyuncuların performansı, müzik seçimi, kostüm tasarımları. Bütünlük arzetmiş bütün unsurlar. Sırıtan hiç bir şey yok. En aykırı gözüken Tuğçe Kazas bile filmde tam bir tertemiz Anadolu kızı gibi oynamış. Evini çekip çeviren. Neler yok ki filmde. Fotoğrafçı bile var ilk fotoğrafların çekildiği.  Fotoğraf olan her filme ayrı bir gözle bakıyorum artık. Her saniyesi  fotoğraf tadında olan bir film ise daha bir dikkatle izliyorum. Bir yol hikayesi var bu filmde raylar boyunca giden. Anadolu insanı için hikayeler trenle başlar diyor bir sahnede. Haksız mı ? Şarkılara türkülere girmiş kara trenler. Haydarpaşa evimizin bir bölümü değil mi? Köyler kasabalar insanlar yaşamlar var bu hikayede. Köprüler var aşıkların buluştuğu dağlar var ayrıldığı. İnsanı hüzünlendiren bir hikayesi var bu hikayenin. Gizli gizli göz yaşı döktüren. Bir yandan da gülümseten hatta güldüren bir yanı var ne hikmetse. Yüzünde düşmeyen gülümsemesi ile Ali kötülere en güzel cevabı veriyor. Sevda var bu filmde.Dikkat ederseniz bir film bir hikaye çıkıyor ağzımdan. Hikayeyi okurken film izler gibi olurdum. Şimdi de film izlerken hikayeyi okur gibi oldum. Evet sevda yüklü bir hikaye. Birbirlerinin onuru korumak üzere kurulmuş sevdalıların hikayesi. Yokluk içinde zenginliği bulan bir sevda. Demiştim ya Üstad eğrilerin arasında doğruları gösterir diye. Hep hakkı, hakkı savunmayı anlatmış hemde kitabın ortasından. Ama her zaman hakka karşı çıkan birileri olmuştur olacaktır da. Ali karşı duracaktır haksızlıklara. Kalemi tek silahıdır kötülüklere karşı koyan.  Sosyalist derler Ali'ye ama lakabıdır sadece. Cuma'ya da gider Ali.  

Kenan İmirzalıoğlu son dönemdeki en iyi oyunculardan. Hangi karaktere bürünse hep çıtasını bir üste taşıyor. Uzun Hikaye'de çok güzel bir performans göstermiş. Film boyunca baştan başa oynayan tek karakter. Bu yüzden filmin bütün ağırlığı üzerinde. Diğer oyuncular hikaye gereği hep geride kalıyorlar. Bir önceki istasyonda. Ama öyle değerli oyuncular ki 5-10 dk lık rollerinde bile ustalıklarını gösteriyor. Altan Erkekli, Güven Kıraç, Cihat Tamer ve diğerleri.    

Filmin müziklerine ayrıca değinmek gerekiyor. İçine işliyor melodiler. Bazen acıtıyor ama derinden. Hele Ali'nin mızıkası.  

Dedim ya bu hikaye özeldir diye. Bu hikaye Anadolu'nun hikayesi, sevdanın hikayesi, hakkın hikayesi, yol hikayesi, sevincin hikayesi, hüznün hikayesi. Okumayı da izlemeyi de hakediyor hemde defalarca.

















8 Ekim 2012 Pazartesi

Serindere'de Son Baharı Karşılarken

Serindere Kanyonu
Uzun bir aradan sonra tekrar yollardayım tekrar dağlardayım. Yollar, dağlar, köyler, şehirler vazgeçilmezlerim arasında. Gezisiz fotoğraf, fotoğrafsız gezileri kabul etmiyorum artık. Şimdi bir müddet ara verdiğim doğa yürüyüşlerine tekrar başlamanın mutluluğu var üzerimde. Sonbaharın yavaş kendini gösterdiği yamaçların kızıla boyandığı bu günlerde Serindere ile başladık yürüyüşlerimize. Serindere, Samanlı Dağları'nın eteklerinde çok özel bir bölge. Derin vadisi, yemyeşil bitki örtüsü, gürül gürül akan deresi ile görenleri kendine hayran bırakıyor. Daha önce yazın suların içinde, kışın karlar üzerinde yürüdüğüm Serindere Kanyonu, bu sefer sonbaharda yollarımıza kuru yapraklar sererek karşıladı bizi.

Yürüyüş grubu bu sefer çok özel. Bir önceki şirketimde doğa klübü kuran eski çalışma arkadaşlarımla beraberim. Klüp başkanı Alper Bey'in isteği üzerine rehberimiz Muhittin'den gruba özel bir rota çıkarmasını rica ettim. Katılacak arkadaşların neredeyse tamamı ilk defa bir doğa yürüyüşüne katılacaklardı. İlkler her zaman önemli olduğundan  bu yürüyüşteki sonundaki izlenimleri çok önemli olacaktı. Doğaya bir grup insan daha kazandırabilmek için Muhittin,  çok zorlu olmayan ama oldukça zevki bir rota seçti. Tecrübesiz ancak istekli bir grupla Sultaniye'den başlayan yürüyüşümüzü Serindere'de kanyon boyunca kah dere kenarında kah uçurumlarda devam ederek Örnekköy'de sonlandırdık.

Güne Yuvacık'ta Mustafa'nın köy kahvesinde yaptığımız kahvaltıyla başladık. Mustafa'nın daha biz gelmeden cami şadırvanın altında hazırladığı masalarda fıskiyeden akan suların sesiyle yaptık kahvaltımızı. Mustafa, Yuvacık yürüyüşlerinde uğramadan geçmediğimiz bir dostumuz. Köyün yerlisi olmakla birlikte doğa severlerin sevdiği iyi bir dostumuz. Zaman zaman gruplarımıza da katılarak yürüyüşlerde bize eşlik ediyor.
Yuvacık'lı Çaycı Mustafa
Yuvacık Barajı üzerinden geçerek yaklaşık bir saat yol aldık. Keskin virajlara rağmen sularının çekilmesiyle kıvrım kıvrım gözüken Yuvacık Barajı, kızıla dönmeye başlayan yamaçları,  Karadeniz'i andıran köyleri ile seyir zevki için ideal bir yolculuktu.

  
  
 

Rehberimiz Muhittin yürüyüş başlamadan önce yapılması ve kaçınılması gerekenler hakkında ön bilgi verdi. Parkurun kolay olması ve hava şartlarının düzgün olmasından dolayı  ilk faaliyet için biraz toleranslı davrandı diyebilirim. Yürüyüş boyunca sigara içilmemesi, şort giyilmemesi, çorapsız ve spor ayakkabı ile gelinmemesi konusunda gruba uyarılarda bulundu.

Grup rehberden ilk taktikleri alırken. 
Yürüyüşte ilk durağımız değirmen bölgesi. Geleneksel yöntemlerle çalışan değirmen gerçekten görülmeye değer. Çevresi ile o kadar uyumlu ki rengarenk varillerden yapılan su köprüsü bile sırıtmıyor. Uyum sağlamış doğaya. Değirmende öğütülen mısırlardan yapılan ekmeğin kokusunu hayal ederken Adem Amca çıktı karşımıza yangın elbisesi olarak tanımladığı kıyafeti ile. İlerlemiş yaşına rağmen dağın bir başında ufacık ama iki katlı klübesinde tek başına yaşayan Adem Amca, ocağa yeni koyduğu mısır ekmeklerini ikram etmek istedi önce. Sonra tabure getirmek için yeltendi Anadolu insanının tüm misafirperverliği ile. Hepsi için teşekkür ederek rahat olmamasını istedik amcamızdan. Sadece bahçesindeki cevizlerden toplayarak devam ettik yolumuza. Aslında uzaklardan ceviz toplamamızı isteyende kendisiydi. Grubumuz ceviz toplamada baya maharetlilermiş özellikle bayan arkadaşlar. Neredeyse ceviz bırakmadılar dallarda. Sonradan öğrendik ki tatlı için toplamışlar onca cevizi.

 
  
 
 
 

Yeşil ve kahverengi tonlar hakimdi parkurmuza. Birde ara ara gözüken gökyüzünün maviliği. Ağaç tünelleri arasında ilerlerken yavaş yavaş akan derenin şırıltısı hoş bir musiki gibi eşlik ediyordu bizlere. Bu yürüyüşte akılda kalan üç şey nedir diye sorulsa birincisi kuru yapraklar, ikincisi de mantarlar derdim. Tüm parkur boyunca sanki ayağıma mantarlar takıldı gözüm kuru yaprakları aradı. Elbette her taraf yaprakla doluydu. Ancak bazıları vardı ki gizli bir sinyal yolluyorlardı sanki. Ya ormanın karanlığı içinde ışıl ışıl parlıyorlardı yada kahverenginin tüm koyuluğuna inat rengarenk elbiselerini giyinmişlerdi. Bazıları kayalara dallara tutunmaya çalışırken bazıları suda savrulurken bulmuştu kendini. Mantarlar özellikle yağmur sonrası güneşle birlikte gözükürler. Tüm şartlar uygun olunca boy boy rengarenk mantarlar yolumuz boyunca çok büyük keyif verdi bize. Ancak bir an vardı ki unutamam. Bir mantar ailesini farkettiğimde arkadan gelen arkadaşların zarar vermemesi için grubun yönünü değiştirdim. Aslında amacım arkada kalıp rahat rahat fotoğraflamaktı. Tam ışığın çok hoş bir şekilde mantarların üzerinde düştüğü bir anda arkadan gelen gönüllü artçımız bizi ta değirmenden beri takip eden köpeğimiz Kara Kuzu mantarları biz güzel ezdi.  

 
 
 
 
 
 
Serindere parkurunun belki de en enterasan bölümü su borusu tünel geçişi olsa gerek. Kanyon tabanından oldukça yüksekte açılan tünel yaklaşık 150 mt. İçinde tahliye pencereleri bile var. Trek parkurları için çok özel bir bölüm sayılır.

 

Tünelden bir km kadar sonra yürüşümüzü sonlandırdığımız Örnekköy'e vardık. Parkurun sonunda bizi bir HES ve balık çiftliği karşılıyor. Dere üzerine yapılan ilk HES'lerden olsa gerek. Çok basit bir mekanizması var. Yürüşümüz sırasında motorsikletleri ile karşılaştığımız bir çift bu HES'te çalışıyordu. Derenin yüksek bölgelerinde aralıklarla küçük havuzlar yapılmış. Suyun az olduğu dönemlerde bu havuzları vanalarını açarak santralin çalışmasını sağlıyorlardı. Ormanın ortasında motorları ile gidern karı kocanın srrı buydu. 

  
 

Günün son durağı Karaaslan Alabalık Tesisleri. Yuvacık barajına akan bir derenin üzerine ahşap iskelerle kurulmuş bir tesis. Yemek yerken altınızdan gürül gürül dere akıyor. Tesiste yetiştirilen alabalıklar taze taze servis ediliyor. Yuvacık parkurlarında ki uğrak noktalarımızdan birisi burası. Hem yemeklerimizi yedik hemde günün tüm yorgunluğunu burada attık.

   
 

 Normal yürüyüş gruplarında dönüş yolunda büyük bir sessizlik olur. Yorgunluktan bitkin halde uyku haline geçer insanlar. Ancak bu grup biraz farklı çıktı. Dönüş yolunda TEM'de ki yol bakımı çalışmalarından dolayı oluşan yoğun bir trafiğe rağmen hiç bir yorgunluk belirtisi yoktu grubta. Hatta bazı arkadaşlar neredeyse tüm yolu ayakta geldiler. Belki de bunun sebebi aramızda yaşayan doğa sever vampirlerin olmasıydı. Uyutmadılar insanları. Ama zavallı insancıklar bir türlü inandıramadılar insan olduklarını. Vampirlere yem oldular. Anlaşıldığı üzere oyun oynuyorlardı arkadaşlar. Vampir&İnsan. Uzun yolculuklarda tüm yolu unutturan bir oyun. Ancak bu oyunu oynayacak arkadaşlara bir uyarım olacak. Yan etkisisini  24 saat atlatamıyorsunuz oyunun. Halen kendini vampir zanneden arkadaşlar olabilir.  


Faaliyetin sonunda arkadaşların memnuniyeti yüzlerinde okunuyordu. Bir sonraki gezi hakkında planlar bile yapılmaya başlandı. İlk yürüyüş amacına ulaşmıştı. Çekirde ekip oluşmuş doğa klübü faaliyetlerine devam edebilecekti artık. 

Pirimiz Evliya Çelebinin duası ile sonlandıralım yazımızı :"Yürüyüş ya Rasulallah".
 ---------------------------------------------




















 
Design by Wordpress Theme | Bloggerized by Free Blogger Templates | free samples without surveys