29 Eylül 2012 Cumartesi

Aydos'ta Mehtap



Müzik fotoğrafla ifade edilir mi ? İcra edenlerin beden dilleri fotoğrafa yansır ise evet. Sanatçılar şarkılarını söylerken, müzisyenler aletlerini çalarken öyle bir ruh haline giriyorlar ki adeta dinleyicilerini büyülüyorlar. Bu durumda hem kulağa  hem göze daha ötesi ruha hitap ediyorlar. Konserlerde dinletilerde bu havayı yakalığım zaman bunu fotoğrafa dökme hissiyatı doğuyor bende. Bu nedenle kameramla dinliyorum konserleri.

Geçtiğimiz Cuma günü Sultanbeyli Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Sn. Mehmet Mazak Bey'in davetlisi olarak katıldığım Taşkın Savaş Türk Sanat Müziği konserinde tam da bu havayı teneffüs ettim. Yüzyıllar sonra adeta tekrar keşfedilen Aydos Kalesi'ne ithafen Gülcan Tezcan Hanımefendi tarafınan yazılan Taşkın Savaş tarafında bestelenen "Aydos'ta Mehtap" şarkısı dinlerken kendimi Aydos eteklerine tırmanıp gecenin karanlığında yıldızları seyrederken buldum.  İlkokul yıllarında piknik yapmak için Fatma Öğretmen'le gittiğimiz Aydos Kalesi'ne neredeyse 20 yıl sonra tekrar gitmenin heyecanıydı bu belkide.

Bakınız : İstanbul'un Çatısı Aydos Tepesi Kapısı Aydos Kalesi


***
Aydos'ta Mehtap

Gizli saklı bir masal, kayıp bir diyar gibi,

Aydos anlat bizlere şimdi o hikayeni,
Aydos anlat bizlere mehtaplı geceleri,
Şehr-i İstanbul kapısı senle açıldı evvel,
Asırlar öncesinde başladı iş bu mesel.

Çiğdemler şahididir sendeki aşkın,
Kartal yuvası gibi şehre hakim olandın,
Akın akın ordular sende hep yol buldular,

Aydos anlat bizlere şimdi o hikayeni,
Aydos anlat bizlere mehtaplı geceleri.

Güfte : Gülcan Tezcan / Beste : Taşkın Savaş
















26 Eylül 2012 Çarşamba

Batı Karadeniz'de 3 Gün 3 Şehir Bölüm 3: Bartın

Lala, Çeşm-i Cihan bu mu ola ?
3.Gün İlk Durak :  Bartın


Safranbolu hatıraları ile gece Bartın'a vardık. Gezilerimizde hem ucuz olması hemde yeterli konforu sağlamasında dolayı öğretmenevlerini tercih ediyoruz. Be kezde şehrin merkezindeki öğrenmenevine eşyalarımızı bırakarak gece Bartın sokaklarında dolaşmaya çıktık. Çok küçük bir şehir olmasından dolayı merkez caddesini baştan başa dolaşmamız 20-30 dakikamızı aldı.

Sabah kahvaltımız yapıp gündüz gözüyle Bartın'ı tekrar dolaştık. Bartın beklediğimden çok güzel bir şehir. Sokak aralarından geçmişin izlerini taşıyan tarihi yapılara rastlayabiliyorsunuz. Daha sonra öğrendiğime göre yakın zaman kadar çok güzel ahşap konakların olduğu bir şehir iken çıkan yangında nerdeyse tüm şehir yok olmuş. Bir kaç caminin yapıp tarihlerinde tekrar yapım yazmasının sebebi de buymuş. 


Taş Han
Bartın Çarşı
Amasra'ya gitmeden önce İnkumu ve Güzelcehisar sahillerine uğramak istedik.

İnkumu Karadeniz sahillerinde görebileceğiniz en güzel plajlardan biri. Ancak deniz mevsiminin çok kısa olmasında anca yöre insanına hitap edebiliyor. (Temmuz-Ağustos).  Buraya Kasım ayında gelmemize rağmen denize girebilecek kadar güzel bir hava vardı. Keşke o cesareti gösterebilseydik. Kasım ayın Karadenizde yüzme fırsatını belki bir daha yakalamayacağız.


"Denizin ortasında bir kaya. Üstünda yalnız bir çam. Tohumu bir martının gagasında mı geldi bilinmez. Karadenizin sert kışına hırçın dalgalarına nasıl dayanır akıl sır ermez. "

  




Güzelcehisar, Ceneviz kale kalıntısı ve  80 milyon yıllılk  "Lav Sütunları" ile görülmesi gereken bir yer. Kuzey İrlanda, İskoçya ve Kalifornia'daki benzerleri dünya mirası kabul edilerek koruma altındayken Güzelcehisal Lav kayaları keşfedilmeyi bekliyor.

 
 


Amasra’dan önce son durağımız Bartın çayı. Çayın denize ulaştığı noktada Bartın Limanı ve Sinan arkadaşımızın askerlik yaptığı Deniz Üs Komutanlığı var. Bugünü özel yapanda aslında bu askeri liman. Kayaların içine oyulmuş denizaltı tünellerini uzaktan da olsa görme fırsatımız oldu. Fotoğraf çekmek yasakta olsa arabanın camında birkaç hatıra karesi çektik.

Bartın Çayı
Bartın Deniz Üs Komutanlığı

3.Gün Son Durak : Amasra 

Amasra’ya girmeden önce Roma yol anıtlarının Anadolu'da ki tek örneği olan Kuşkaya Yol Anıtı'na uğruyoruz. Güzelcehisar'daki gibi Lav Kayalarının üzerine tek parça oyulmuş başında kartal figürü olan bir heykel.  Yüzyıllardır yolcuları karşılamaya devam ediyor.



Ve Fatih'in gözbebeği Amasra,  Bakacak Tepesinden ilk defa gözüktü. Sultan Fatih  Amasra'yı görür görmez "Lala, Çeşm-i Cihan bu mu ola" demekten kendini alamaz. 



Seyir terasında şehri izlerken ufukta deniz üzerinde bir beyazlık belirmeye başladı. Hızla yaklaşan sis kısa zamanda tüm Amasra'yı kaplayacaktı. Vakit kaybetmede şehre inmeye karar verdik. 

Adaları, koyları, tepeleri ile Amasra öyle bütünleşmiş ki ayıramazsınız birbirinden. Sokaklarınına karışmanız, tepelerinde dolaşmanız gerekmektedir o zaman. Tavşan adası adı üstünde tavşanlara ev sahipliği yapmakta. Boztepe'ye ada demezsiniz. Küçük bir su damlası gibidir Amasra'nın burnunda.  Kemere köprüsü ile bağlıdırlar birbirlerine. Boztepe'den Amasra'yı izlemek, denizin içinden izlemek gibidir alabildiğine yeşile bakarak. Hele gün batarken candostlarınla birlikte deniz fenerinin yanında olmak. Denize bakarsın maviliğin derinliğinde kaybolursun. Dağlara bakarsın yeşilliğin içinde erirsin. Şehre bakarsın tarihe yolculuk edersin.  

 
 
 
 
 

İşte bu duygularla dolaştık Amasrayı gün boyu. Tepedeyken şehri kaplayan sis nispeten dağılmıştı. Kalanlarda efsunlu bir hava veriyordu. İskelelerini çarşılarını, kalelerini, sokaklarını dolaştık. Kapılarından geçtik şehrin başımızı eğerek. Yetmedi. Yetmezde. Yaşamak gerek Amasra'da. Akşam oldu gün battı hüzne bulandı.  Son kere vedalaşalım istedik gece ışıklar yanarken. Tam karşıdan gören bir tepeye konuşlandık. Güzel bir gece fotoğrafı için her şeyimiz hazırdı. Açık bir hava, şehre hakim bir tepe, tripodlar, kameralar. Amasra tüm güzelliği ile bize gülümsüyordu. Güneş tamamen kaybolup ışıklar yanmaya başladığında ufukta bir şeyler hareketlenmeye başladı. Olağanüstü bir doğa olayı ile karşı karşıyaydık. Bir kaç dakika içinde mavi saatin en güzel anında tüm denizle birlikte Amasra sisler altında kaldı. Unutulmaz bir andı. Bu olaya şahit olmak fotoğraftan çok daha önemliydi belkide.  Çeşmi Cihan son sürprizini de yapmıştı bize. 



Artık iskeleye dönüp karnımızı doyurma vakti gelmişti. Amasra'ya gelipte balık yemeden dönmek olmazdı herhalde. Şehrin denize düşen ışıkları altında balığımızı yedik afiyetle.


Son Söz: 3 günlük gezi 3 şehir dolaştık. Şehir merkezlerini pek sevmesek te ilçelerine köylere dağlarına denizlerine aşık olduk. Bu yazıyı iki sene sonra yazmama rağmen o an hissettiğim duygular an be an yaşıyorum halen. Tekrar gitmek nasip olur mu bilmiyorum. Ama anılarımda her zaman yer edecektir. Bir Batı Karadeniz rüyası olarak.


2.Bölüm : Karabük
1.Bölüm : Zonguldak











25 Eylül 2012 Salı

Batı Karadeniz'de 3 Gün 3 Şehir Bölüm 2 : Karabük


Birinci Gün İkinci Durak : Yenice Ormanları

Zonguldak'ı arkamızda bırakarak Yenice Ormanlarına doğru yol aldık.

Yenice Ormanları, Bolu'dan başlayarak Sinop'a kadar uzanan orman ekosisteminin bir parçası. Yaprak döken ağaçların çoğunlukta olmasında dolayı özellikle son baharda görsel bir şölen yaşanmakta. Neredeyse doğada görülebilen her rengi görmeniz mümkün. Yenice Kaymakamlığı'da bu renklerden esinlenerek logosu oluşturmuş. 1999 yılında Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) tarafından ‘acil olarak korunması gereken 100 sıcak nokta’dan biri ilan edilen Yenice Ormanları, Karabük valiliğinin destekleri ile doğa sporlarına kazandırılmış. Onlarca trekking parkuru, kanyonları, ağaç müzesi diyebileceğimiz arberatoryumu, Filyos Çayı, tren köprüleri tünelleri ile Yenice bizi bekliyorudu. 

Planımızda ormanda kamp yapmak vardı. Hem kamp malzemesi almak hem de  orman müdürlüğünden bilgi almak için ilçe merkezinde mola vermeye karar verdik. Bizi ilçede süprizlerin beklediğini bilmeden. 

Yenice 
Yenice, Filyoz Çayının kenarına vadilerin arasında kurulu küçük şirin bir ilçe. Zonguldak ve Karabük'ü birbirine bağlayan şehirler arası yolda bu küçük ilçenin daracık sokaklarında geçiyor. İşte böyle bir şehirde  bir bayram arefesinde neredeyse tüm kasaba halkı sokaklarda. Arabaların arkalarında olmalarına aldırmada sakin sakin yürüyorlar. Şöförlerde aynı sakinlikte ne kornaya basan var ne sinirlenip bağıran çağıran. Daha sonra Karabük'lü bir arkadaştan öğrendiğime göre yoldan yürümek yöre insanının bir özelliğiymiş. 


Alışverişimizi tahmin ettiğimizin çok üstünde bir sürede yapmak zorunda kaldık. Daha sonra kamp yapmak için hem izin hemde bilgi  almak için gittiğimiz Orman Müdürlüğü'nde  bekletilmemiz Yenice'de yaşayacağımız aksiliklerin başlangıcı gibiydi. Nihayetinde yetkili birisi ile görüşerek arberatoryumda kamp yapmak üzere yol tarifi alarak ayrıldık.

Tarif edilen yollardan geçerek ilerlediğimizde kendimizi rüya gibi bir orman bulduk. Her ne kadar sezonun sonuna gelmiş olsakta rengarenk bir dünyanın içine düştük sanki. Aracımızın araziye uygun olmamasına rağmen büyük bir cesaretle tırmanmaya başladığımızda Yenice, Filyos Çayı ve dağların  ayaklarımız altında olduğu manzara bizi tüm yorgunluğumuzu almıştı. Ancak akşam olmak üzereydi ve halen kamp alanında gelememiştik.  Çok fazla zaman harcamadan tırmanmaya devam ettiğimizde bizi daha büyük zorluklar bekliyordu. Yol iyicene kötüleşmiş, aracımız yollarda oluşan yarıklara takılıp kalmıştı. Daha fazla gitmemize imkan vermiyordu artık.  Havanın iyicene kararmasından dolayı daha fazla tehlikeli bir duruma düşmemek için dönme kararı aldık.

  
 
 

Tekrar onca yolu geri dönerek kampımızı Şeker Kanyonundaki tesise attık. Tesiste çadırları kurar kurmaz mangalımızı yakarak karnımız doyurduk. Günün tüm yorgunluğunu yediğimiz kanatlar ve közde kaynattığımız çay alıp götürmüştü. Belki de çok yaklaşmamıza rağmen arberatoryuma ulaşamadan dönmek moralimizi bozsada Şeker Kanyonu'nunun güzelliği bir nebze olsun hafifletmişti.  Ayrıca kanyon duvarları arasında doğan dolunayı izlemek apayrı bir zevkti.

 
Şeker Kanyonu
Bu doğada geçireceğim ilk gece olacaktı. O tarihlerde doğa sporlarına başlamamış olduğumdan amatörce bir kamp olacaktı. Kanyonda, dere kenarında, çadırda battaniyelerle bir gece. Şimdi düşündüğümde beni daha sonra doğa sporlarına sevk eden etmenin bu gün yaşadığım olaylar olduğunu söyleyebilirim. Dağda ekipmansız bir araba ile tırmanış, tulumsuz hem de kanyonda dere kenarında bir kamp, doğada yürüyüşe uygun olmayan kıyafetler.  İyi ki bu günü yaşamışım. Hayatta aldığım en güzel tecrübelerden biri oldu.  Fotoğraf için bile olsa dağda yaşamanın kuralları olduğunu ve eğitiminii almak gerektiğini öğrendim. 

Zor bir gecenin ardında Safranbolu'ya doğru hareket ettik. Yenice-Karabük arası tam bir tünel deryası. Kısa bir mesafede tam 14 tünel var. Filyos çayının diğer tarafından ise demiryolu geçiyor. Alman yapımı olan Bolkuş Tren Köprüsü'de tam bu noktada.  Zonguldak-Karabük arasında trenlerin seyrek seyir etmesinde dolayı köprüyü dumanlı bir lokomotifle fotoğraflama imkanımız olamadı maalesef. Buna rağmen ayrı bir cazibesi olan tren köprüsünü çekmek çok eğlenceliydi. Hemde bu mevsimde.

Filyos Çayı
Bolkuş Tren Köprüsü
  

İkinci Gün : Safranbolu 

Karabük'e vardığımızda şehrin merkezinde ilgimizi çeken hiç bir şey olmadı. Hızlı bir şekilde geçip Safranbolu'ya devam ettik.

Tarihte bölgenin merkezi olan Safranbolu tren istasyonu istemeyince Karabük'e inşa ediliyor. Demir çelik fabrikasının kurulması ile birlikte hızlı bir şekilde nüfusu artan ve  gelişim gösteren kasaba 90'lı yıllarda il olma hakkı kazanır. İşte Safranbolu'nun günümüze kadar saklı kalmasında bu hikayenin büyük bir önemi var. Kanyon içersine inşa edilen Safranbolu'ya karşılık artan nüfus içine gerekli yerleşim yerleri düz ova üzerine kurulu Karabük'e  inşa edilir. Bu dönemde Safranbolu unutulur. Taki 1994 yılında Unesco'nun dünya mirası listesine girene kadar. Bundan sonra dünyaca bir üne kavuşarak turizme hizmet etmeye başlar. 

Büyük merakla sokaklarında gezmek istediğimiz Safranbolu'ya gelmiştik. Karabük tarafında giriş yaptığımız Safranbolu'yu önce tarihi hastahaneyi gezerek başladık. Son dönem Osmanlı mimarisi yapılmış bina şimdi güzel sanatlar fakültesi olarak hizmet görmekte. Yüksek bir tepeye inşa edilmiş hastahaneden Safranbolu manzarasını doyasıya izledikten sonra şehrin sokaklarına karışmak için hareket ettik. Safranbolu kanyonların üzerine inşa edildiğinde bir çok tepe var. Safranbolu Saat Kulesi'de bu tepelerden birisine inşa edilmiş. Saat kulelerinin Osmanlı şehir mimarisinde önemli bir yeri var. İnce bir zevkle yapılan kuleler ayrıca gelişmenin bir göstergesi olarak kabul ediliyor. Camileri, konakları, türbeleri, hanları, köprüleri ile tam bir Osmanlı şehri olan Safranbolu zamanının ticari merkezlerinden biri olmasında dolayı ileri bir esnaf teşkilatı var. Halen bunların izlerini sokak aralarında görebilirsiniz. Taş ve ahşap konakların büyük çoğunluğu son dönemde artan turizmden dolayı restore edilmiş. Safranbolu'nun gizemini çözebilmeniz için sokaklarda uzun uzun dolaşmak çarşıların havasını teneffüs etmek gerekiyor.

   
Ancak kısa zamanımızdan dolayı çok fazla zaman ayırma imkanımız olmadı. Hıdırlık tepesinde Hasan Paşa türbesini ziyaret ettikten sonra şehrin dışındaki kanyonları görmek için hareket ettik. Karabük tam bir kanyonlar şehri. İrili ufaklı onlarca kanyon var. Su kemeri ile de meşhur İncekaya Kanyonu ziyaret ettiğimiz
ilk kanyon. İncekaya Su kemeri Bizans dönemi bir eser. Yüksek bir kanyon üzerine inşa edilen kemer üzerinde yürümek gerçekten cesaret istiyor.

 
 

Tokat kanyonu da ilgimizi çeken başka bir kanyon. Uçsuz bucaksız Büyük Kanyon kadar olmasa da muazzam bir havası var. Ve bunlar gibi daha nice Karabük kanyonu keşfedilmeyi bekliyor. 


Safranbolu'yu gece tekrar fotoğraflamadan önce son durağımız özgün mimarisi korumuş ender köylerden olan Yörük Köyü. Safranbolu'ya yakın olmasında dolayı turistlerin ilgisi çeken köy açık hava müzesi gibi. Hatta evini özel müze yapan köylüler bile var.

 
 

Safranbolu'da son dakikalarımızı Hıdırlık Tepesin'den gece manzarası ile sonlandırdık. 

 

Bartın'da geçeyi geçirmek için  hareket ederken damağımızda safranlı lokumu, üzerimizde safranlı kolanya kokusu ve aklımızda safranlı çayı ile  Safranbolu'ya veda ettik. Tekrar gelip uzun uzun kalacağımıza söz verdik. 

Sonraki Bölüm : Bartın 



   

 
Design by Wordpress Theme | Bloggerized by Free Blogger Templates | free samples without surveys