12 Kasım 2015 Perşembe

Mustafa Kutlu: Hesap Günü



İlk defa gittiğim Tüyap Kitap Fuarı'nda en büyük sürprizi Mustafa Kutlu üstadın yeni kitabı ile karşılaşmak oldu. Fuar için özel bir liste yapmamış, kısmetimizde ne varsa onu alırım diye gitmiştim. Senede bir kitap çıkarma adeti olan üstaddan yeni bir kitap beklemiyordum açıkçası. Ocak ayında çıkmış olan Tren Bir Keman hikayesi vardı zaten. Hesap Günü'nü görünce beni bir heyacan sardı. Üstelik sadece bu da değildi. Haziran'da basılmış bir de denemesi Vitrinde Olmak vardı üstadın. Bir yıl içersinde üç kitap. Büyük lütuf  biz severleri için.

Elbette kitabı elime alır almaz bitiverdi. Her hikayesini her karakterini sevmekle birlikte bu kitaptan başka bir haz aldım. Satır aralarında düşünceleri öyle vurgulu ifade ediyor ki üstad insan sarsılıyor.
Kitabın ismi zaten direk bir mesaj. Hiç bir insanın kaçamayacağı o Hesap Günü.

Hikaye ana karakteri kökleri son dönem bir Osmanlı paşasına dayanan Beyaz Türklerde diyebileceğimiz Arif Bedir Bey. Dedesinden pek bir mal-mülk kalmasa da paşazade ünvanı yetiyor. Yurt dışında işletme okuyup doktora yapan, yurda döndükten sonra  ülkenin dışa açılması ile birlikte ihracat ve turizm işleri ile hızla zenginleşen bir işadamı. Başından geçen farklı olayları atlatıp sonunda musalla taşında bulur kendini. Hikaye aslında burada başlıyor.

Ölmüş olmasına rağmen Arif Bedir Bey'in musalla taşında cenazeye gelenlerle diyaloğa giriyor. Yeni Amerikan dizlerinde çokça gördüğümüz flashback dedikleri geçmişe dönüşlerle zenginleşiyor konu. Cenaze gerçekten bir hesap gününe dönüşüyor.

Üstadın hikayelerindeki karakterler hatalı olsalar bile kötü insan olmuyorlar genelde. Muhakkak masum bir tarafı ile göstermeye çalışıyor ki insanlık ölmesin. Arif Bedir'de günahkar, çocuklarının dağılıp gitmesine engel olamayan bir kişi olmasına rağmen Allah'a yakınlaştığı anlar ile okuyucuyunun sevgisini kazanıyor. Ancak tam bu anlarda bir rüzgar esiyor tutunamıyor savruluyor Arif Bedir. 

Mustafa Kutlu hikayeci olmasına rağmen çok iyi bir İslam Ekonomistidir aslında. Hikayelerinde bunun bir çok izine rastlamak mümkün. Bu hikayede beni etkileyen en önemli hususta budur aslında. Bir Müslümanın çalışma hayatındaki ilkeleri hikayenin satır aralarına çok güzel yerleştiriyor. Bir cümlesi var ki can evimizden vuruyor.

- Vel hasıl dünya hayatı "İş" dediğimiz oyun ve eğlenceden ibarettir. 

Bildiğiniz gibi ayetin sadece bir kelime eklenerek  yapılan çok güzel bir tefsirini aslında. Ve daha nicesi Mustafa Kutlu sözleri olarak paylaşılacak güzellikte sizleri bekliyor. 


- Varlıklı, alafranga bir muhitte gariban bir cami
- Ölümden kim korkmaz ? Ancak erenler korkmaz
- Alayı siyahlara bürünmüş. Yahu bu gavur adeti nasıl bulaştı bize.
- Yani sen şimdi bize fakirliği teklif etmiş oluyorsun. Hayır ben diyorum ki fakir sabredecek, zengin şükredecek.
- Malı veren de Allah, alan da Allah. "Ben" dersen yoldan çıkarsın. "Ben" demek terk-i edeptir.
- Ehliyet ve liyakat sahipleri yönetime gelmeli. Önce ahlak, sonra kanun.
- Sabah namazına kalkıyormusun ? Bazan. Eee o zaman bunu beceremeyen birinin dini konularda ahkam kesmesi yakışık alır mı ?
- Camiye cemaate alışmış kişinin günü namaz saatlerine göre ayarlanır. Bir yerden bir yere gidecek olduğunda ikindiyi nerede kılacağını hesap eder.
- Şunu unutmamalı en önemli iş bağlantısı için atılacak imza, bizi bir sabah namazı vaktinden alıkoymamalı. Dünya işinin Allah rızası karşısındaki değeri budur.
- Kişi noksanını bilmek gibi irfan olmaz.
- Biz Türklerin iki özelliği vardır. Pratik ve pragmatik olmak. O sebeple bizden filozof çıkmaz, aksiyon adamı çıkar.
- Sermaye bazı fertlerin elinde aşırı birikip bir müstakil güç haline gelmemeli.
- Güzel ama bu "iyi insan" olma seni kurtarmıyor. Hesap günü ibadetlerin helal ve haramın hesabını vereceksin.
- Onların hayatı Müslüman saatine uymadığı için esnafı horluyorlar.


26 Ekim 2015 Pazartesi

İstanbul Efendisi : Müzikalin Efendisi


2015 tiyatro sezonunun açılışını İstanbul Efendisi oyunu ile açtık. Methini çok duymama rağmen bir türlü gidememiştim. Şehir Tiyatrolarında 2008 yılından beri kapalı gişe oynayan oyunu Ümraniye Sahnesi'nde görünce tiyatro grubumuzla günler öncesinden yerimizi ayırmıştık.

Dekor ve kostüm dallarında bir çok ödül alan oyun perde açılır açılmaz bu ödüller ne kadar hak ettiğini ispatlarcasına etkiliyici bir başlangıç yapmakta. Nerdeyse tüm oyuncuların toplu olarak dans ettiği sahne oyunda dinleyeceğimiz güzel müziklerin habercisi gibiydi.

Oyunun yazarı Türk tiyatrosunun kurucularından ve en ünlü oyun yazarlarından Musahipzade Celâl. II. Mahmut döneminin valisi ve belediye başkanı konumundaki Kadı Halet Efendi'nin hayatından esinlenerek 1913 yılında yazdığı oyunda günümüzde olduğu gibi o dönemde de geçmişe ışık tutmukta. Modernleşirken geçmişten kopmamak gerektiğini savunan Musahipzade Celâl bir röportajında tarih perdesi altında unutulmaya mahkum olan geçmiş varlığımızın güzel ve çirkin safhalarını sahnede canlandırmak istedim der.

Oyunun yönetmeni ise tiyatronun duayen isimlerinden Engin Alkan. Oyunda uzun yıllar başroldeki Savleti Efendi'yi oynadıktan sonra bu yıl Tankut Yıldız'a bu görevi devretmiş. Engin Alkan'la karşılaştırm imkanım olmadı ancak genç oyuncu, oyun boyunca izleyiciden büyük destek aldı. Özellikle seyirci ile girdiği diyaloglarla seyirciye büyük keyif verdi.

Oyun hakkında daha önce duyduğum övgülerde Güldür Güldür Show'dan Şevket rolü tanıdığımız Çağlar Çorumlu öne çıkmaktaydı. Savleti Efendi'nin hafiften deli oğlu İrfan rolü için onun yerine gelen oyuncu ise en sönük olanıydı.

Menteş Ağa yada Mimi Ağa rolü  ile Zaer Kırşan ise en dikkat çekenler oyuncular arasında. Özellikle İrfan'la girdiği işaretlerle anlatma sahnesinde yengeç tiplemesi harikaydı.

Son olarak oyundaki müziklere değinmek istiyorum. Her bir tek başına insanı mest ederken oyuncuların dansları ile farklı bir atmosfere taşımakta.  Bir kere izlemekle yetinilmeyecek kadar güzel bir oyun olan İstanbul Efendisi'ne şimdiden yerinizi ayırtmanızı tavsiye ederim.

Yazan : Musahipzade CelâlL
Yöneten : Engin Alkan
Süre : 2 saat 45 dk. 2 Perde

http://istanbulefendisiardiyesi.tr.gg/

İstanbul Efendisi Oyun Fragmanı 






17 Eylül 2015 Perşembe

İstanbul'un Yeni Vapurları


İstanbul'un Yeni Vapurları
İstanbul'un Yeni Vapurları

Bir kaç ay önce İstanbul'da üç tane yeni vapur hizmete girmişti. Aslında vapur demeye bin şahit lazım. Tanımlanamayan deniz taşıtı benim bulduğum isimlerden bir tanesi. Bugün Üsküdar'dan Eminönü'ne giderken bu kazuletlerden bir tanesi ile tanışma fırsatı buldum. Göksu Vapuru. Fotoğraflarını ilk gördüğümde herkes gibi bende büyük şaşkınlık yaşamıştım. Tur yolun motorları bile daha güzel  daha samimi gelmişti.

İskelede bildiğimiz yandan yanaşmalı vapur beklerken ileriden gürültülü bir motor sesi duydum. Hızla hareket eden bir deniz taşıtı gördüm önce. Saniyeler içinde iskeleye yanaşmıştı. İşte yeni vapurlarla tanışmamız böyle oldu. İlk izlenimim amma hızlıymışlar oldu. Deniz otobüslerinin boğaz hattına uyarlanmış versiyonu diyebiliriz.

İkisi kapalı biri açık olmak üzere üç katı var. İç dizaynı yeni olmasında dolayı oldukça güzel yapılmış. Yandan değil iki baş taraftan vapura biniliyor. Kapı ve rampaları klasik vapurlara göre daha güvenli. Bunlar yeni vapuların güzel tarafları.
Yeni Vapurların Teras Katı


Olumsuz yönleri ise  en başta vapurlarda ruh yok. Keyifle oturup vapurun denizi yara yara gidişini yaşayamıyorsunuz. Bir kibrit kutusunun içinde seyahat ediyormuşsunuz izlenimi veriyor. Gecekondudan mülhemle denizkondu diyen de var. TOKİ'nin apartmanlarına benzeten de. Yüzül silgi diyen bile duydum. Ama bir tane bile güzel olmuş İstanbul'a yakışmış diyen olmadı.

Yollarımız modern olacak, metrolarımız son teknoloji ile donatılacak eyvallah. Ancak vapurların modern mimari ile inşa edilmelerine ihtiyaç yok. Zaten Marmaray var. Yeni tüp geçitler yapılıyor. Köprüleri maşallah üçlüyoruz. Hepsine canı gönülden destekliyorum. Ama vapurlara kıyamıyorum. Bir Sultanahmet ne ise yandan yanaşmalı klasik vapurlar benim için aynısı. Galata Kulesi'nin önünden geçen bir TurYol motorunu bile hazetmezken bir kazuletleri nasıl seveyim.

İşte bu duygular bir boğaz geçişini yaptım. Keçinin sevmediği ot burnunda bitermiş. Maalesef dönüşte de aynı vapura denk geldim. Ben de içimi bloğa dökeyim dedim. Tek tesellim İstanbul'un en güzek günbatımlarında bir tanesine daha şahit olmam. Harika bir ışık gösterisi vardı.

Not: Fotoğraflar cep kamerası ile çekilmiştir.

Güneş yıldıza özenmiş bayrak olmuş
Günbatımında Galata Kulesi
Galata Köprüsü günbatımında ışık gösteri altında



13 Eylül 2015 Pazar

Karşıyaka Köyü : Er Mektubu Gibi Bir Belde

Erdek Karşıyaka Beldesi

İki yıl önce yine yazın son günlerinde gerçekleştirdiğimiz Kapıdağı Yarımadası turumuzda Karşıyaka Köyü'nü gezmiştik. Bandırma'nın hemen karşısında kalmasından dolayı bu ismi almış belki de. Eski bir Rum köyü. Ama tepedeki tarihi ilkokul ve köyün içinde kaybolmuş bir kaç ev dışında özelliğini yitirmiş. Hatta çok kötü çarpık bir yapılaşma var. Bu kötü mimari camisine bile yansımış küçücük şehirde asimetrik 4 minarili bir yapı ortaya çıkmış.  Halbuki öyle güzel evler var ki sokakların arasında. Bir dönem belde belediyesi olmasının etkisi var bunda. Erdek'ten oldukça uzakta çevre balıkçı köylerin merkezi konumunda. Bandırma'yla olan ticari ilişkisi de hızlı büyümesinde etkisi var.

Ancak bunların hiçbiri bu yazıyı yazmamım sebebi değil. Aklımda yer eden bu köyün bambaşka bir anısı var bende. Severek okuduğum Mustafa Kutlu üstadımın hikayelerinde geçen Anadolu kasabalarını andırıyor. Bir tarafta yeni yeni binalara yapılırken bir tarafta sokaklarda halen eşek kullanılıyor. O denli tezatlar var. Gerçi motor kullanan sayısı da az değildi. Modern eşekler.

Yine asıl hikayeye gelmedim. Aslında köyün tüm sokaklarını dolaşana kadar bizde farkına varmamıştık ama bir gariplik hissediyorduk. Tamam kötü bir yapılaşma vardı ama gözümüze batan bir şey daha vardı. Nerdeyse her evin duvarları yazılar vardı. Rastgele bazen kötü bir Türkçe ile. Çoğu askerlikle ilgiliydi. Mektup gibi olanlar vardı. Amcasına halasına selam edenler. Bir tek er mektup okunmuştur damgası eksikti.

Köyün pazar gününe geldiğimizden kalabalıktı. Herkes hatta çevre köylerden gelenler alışveriş yapıyorlardı. Hatta köye girerken yaşlı bir teyzeyi arabamıza almıştık. Elinde pazarda satmak için getirdiği sebzeler vardı. Pazarda dolaşırken dayanamayıp bir köylüye sordum. Bu yazıların sebebi ne diye. Önce bizi gazeteci sanıp cevaplamak istemedi. Köyü yanlış tanıtacağımızdan korkmuştu. Sadece gezmek için geldiğimiz gazeteci olmadığımızı söyleyince rahatladı. Başladı anlatmaya. Bu yazıları köyün gençleri yazıyor dedi. Askere gitmeden önce özellikle akrabalarının duvarlına yazıyorlarmış. Çok eski bir adetmiş. Kızsalarda vazgeçiremiyorlarmış gençleri yazı yazmakta. Bir nevi eğlenceleri askere giderken. Her sene evlerini boyatmalarına rağmen artık ses etmiyorlarmış.

Mevzu vatan olunca gerisi teferruatmış. Bir anda bu yazılar anlamlı gelmeye başladı gözümde. Gençlerin duygularını duvarlara bir mektup edası ile duvarları doldurmasını hoş karşılamaya başladım.

Şimdi söz fotoğrafların dili ile Karşıyaka gençlerinde :





















Kapıdağ Yarımadası turu yazı ve fotoğrafları için tıklayınız 



19 Ağustos 2015 Çarşamba

Eceabat'tan Çanakkale'ye Tarih Dolu Boğaz Geçişi



Tekirdağ üzerinden tüm Kuzey Marmara'yı gece boyu geçerek gün doğumunda Saros kıyılarına varmıştım. Eceabat'tan feribotla Çanakkale'ye geçerek bir ilki gerçekleştirmenin heyecanı vardı üzerimde. Gelibolu'ya bir kaç kez gelmeme rağmen karşı kıyıya geçmemiştim hiç. Gelibolu ilçesinden Eceabat'a kadar boğaz kıyısında güzel bir boğaz yolculuğu var. İstanbul gibi yerleşim olmayınca denizi doyasıya yaşayabiliyorsunuz. Yol üzerinde Akbaş Şehitliğinde bir fatiha okuyarak feribota geldik. Yarımadanın tamamı Gelibolu olarak geçse de  şehitliklerin büyük bir kısmı Eceabat ilçesinde.

Çanakkale'ye feribotla geçişlerde iki alternatif var. Bir tanesi Eceabat'ın içinden kalkıyor. Seyir süresi 15 dk. Diğeri ise Kilitbahir'den. O da 7 dk sürüyor.   Bir de ağır taşıtlar için Gelibolu-Lapseki feribotu var.  Eceabat-Çanakkale feribotu 35 TL. Gebze-Yalova feritonun 60TL olduğu düşünüldüğünde ucuz sayılır. Alternatifi de yok zaten.

Feribotla geçişi savaş müzesi gibi. Dağlara işlenmiş dev bayraklar. Bir yakada Kilitbahir Kalesi, diğer yakada Çimenlik Kalesi. İkide Fatih'in eseri. Bir de meşhur "Dur Yolcu" sözü. Bir deniz yolcuğundan çok daha farklı duygular hissediyorsunuz.

Feribatton inince sağ tarafta Çimenlik Kalesi var. 5 TL'ye gezebiliyorsunuz. Zamanım olmadığı için başka bir zamana bıraktım. Ancak Çanakkale Saat Kulesi'ni görünce duramadan edemedim. Sahilde durup hem bir çay içtik hem de Abdülhamid hatırası bu güzel saat kulesinin fotoğrafını çektim. Böylece  saat kulesi arşivime bir yenisi daha eklenmiş oldu.

Truva Antik Kenti'ni görmek için hızla yola çıkınca görmek istediğim bir güzel şeyi unuttuğumu hatırladım. Truva filminde kullanılan at heykelini göremeden şehirden çıkmıştım. Kısmet deyip Çanakkale'ye tekrar geleceğimiz güne bıraktık.

Akbaş Şehitliği : 

Akbaş İskelesi, Çanakkale Savaşında  Türk kuvvetlerinin başlıca ikmal iskelelerinden birisidir. Özellikle seyyar hastanelerinin bulunduğu yerdir. İskelede cepheden ağır yaralı olarak getirilen askerler İstanbul Selimiye kışlasına götürülürmüş. İstanbul'a gidemeden şehit olan askerler buraya gömülürmüş. Ayrıca 200 kadar yaralı asker  Halep adlı gemide beklerken İngilizlerin saldırısı sonucu batırılarak şehit olur. Tüm bu askerlerin anısına Akbaş Şehitliği yapılır. Eceabat'a gelmeden 12 km mesafede yol kenarın yer alır.

Akbaş Şehitliği
Diyarbakırlı ile Trabzonlu yanyana. 

Eceabat : 


Eceabat Sahili Şehitlik Parkı
Çanakkale-Eceabat feribotu

Eceabat sırtlarındaki Türk Bayrağı ile feribottaki bayrak ne güzel bir oldu
Eceabat Çanakkale Boğazı feribotu

Çimenlik Kalesi : 

Çanakkale'ye ismini veren kaledir. Asıl ismi Kale-i Sultaniye. İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmış.  Piri Reis'in, Kitab-ı Bahriye’sini burada tamamlamıştır. Çanakkale Savaşları sırasında da savunma görevi yapmıştır. İngiliz gemisi Queen Elizabeth’in saldırılarında büyük zarar görmüştür. Günümüzde Deniz Müzesi olarak hizmet vermektedir. 
Çimenlik Kalesi (Kale-i Sultaniye)
Çimenlik Kalesi Deniz Müzesinde sergilen Nusret Mayın Gemisi

Kilitbahir Kalesi : 

Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un fethinden önce Papanın yardım gemilerini önlemek amacıyla 1452 yaptırılmış.1870 yılında Sultan Abdülaziz tarafından ikinci kez restore edilmiş. Ayrıca yıkılan bazı bölümler 1894 yıllarında II. Abdülhamit tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. Çanakkale Savaşları’nda çok önemli rol oynamıştır. 
Gelibolu Kilitbahir Kalesi

Dur Yolcu Şiiri : 

Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir!.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğün bu tümsek Anadolu'nda
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed'in yattığı yerdir!

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed'in düşmanı boğduğu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir!...

Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir!...

NECMETTİN HALİL ONAN

Artık Çanakkale'nin sembolü haline gelen "Dur Yolcu" sözü boğaza hakim bir sırta Türk Bayrakları ile işlenmiş. 

Çanakkale Saat Kulesi : 

Saat Kulesi akrep ve yelkovanı çok güzel
Çanakkale Saat Kulesi



14 Temmuz 2015 Salı

Balkondaki Bahçe

Balkondaki Bahçe'de Domates

Yılbaşından beri yoğun bir iş temposunda dolayı çok özlediğim yollara çıkamadım. Ne kışı doyasıya yaşayabildim ne baharı. Arabayla işe gidip gelirken otoban kenarındaki ağaçların yeşerip çiçek açmasını izlemekle yetindim sadece. Doğayı kucaklayamamanın sıkıntısı ile bardakta avokada bile yetiştirmiştim. Bu küçük faaliyet uzun yıllardır var olan ancak zaman ayırmadığım çiçeklere olan ilgimi artırmıştı. Doğaya gidip kucaklıyamıyorsam, neden onu evime getirmiyorum ki diye düşündüm bir an. Babamın koskoca bir terası olmasına rağmen kendi küçük balkonumda sebze yetiştirmeye karar verdim. İşten eve her geldiğimde sulamak, gelişimlerini takip etmek istiyordum. Bir hafta sonu Mısır Çarşısı'ndaki çiçek pazarından dometes, salatalık, biber, nane ve çilek fidesi aldım. Bunlarla birlikte evdeki filizlenmiş soğanları da diktim mi küçük ama benim için dünya kadar büyük bahçem hazır olmuş oldu. Bahçeyi her suladığımda yayılan  domatesin, nanenin kokusu tüm yorgunluğumu alıp götürüyordu. Apartmanlara sıkışmış hayatımızda bir pencere açmıştı sanki. Hele tüm sebzeler olgunlaşıp ta iftarda bir salata olacak kadar ürün topladığımda mutluluğumu ifade edemem. Instagramda #BalkondakiBahçe hashtagi ile tüm gelişimlerini paylaştım. Bu bile çok eğlenceliydi. Her bir kareyi birleştirip evre evre  bahçemin gelişimini  paylaşmak projemin son adımıydı. Tüm bu nimetleri veren yüce Allah(cc)'a hamdolsun. Tüm bu yaptıklarımdan sonra Enam Suresinin 99. ayeti ile karşılaştığımda ise ne kadar faydalı bir iş yaptığıma bir kez daha kani oldum.

Balkondaki Bahçe
Enam - 99
O gökten su indirendir. İşte biz onunla her türlü bitkiyi çıkarıp onlardan yeşillik meydana getirir ve o yeşil bitkilerden, üst üste binmiş taneler,üzüm bahçeleri, zeytin ve nar çıkarırız: (Herbiri) birbirine benzer ve (her biri) birbirinden farklı. Bunların meyvesine, bir meyve verdiği zaman, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Şüphesiz bunda inanan bir topluluk için ibretler vardır.

Balkondaki Bahçe'de Salatalık
Balkondaki Bahçe'de Biber
Balkondaki Bahçe'de Çilek

8 Temmuz 2015 Çarşamba

Tirende Bir Keman : Hüzünlü Bir Yol Hikayesi


Her sene düzenli olarak bir kitap yazan Mustafa Kutlu üstadın son eseri bir yol hikayesi. Eskiden Ramazan'da kitap çıkarma adeti olmasına rağmen son iki yıldır yıl başlarını tercih ediyor. Tirende Bir Keman üstadın son kitabı. Anadolu'nun gamlı yollarını anlatan bir demiryolu hikayesi. İsminden anlaşılacağı gibi nağmelerle süslenmiş gönlü hoş eden bir hikaye. Ancak baştan sonra hüzünlü. Yerim deyindeyse tam bir Yeşilçam filmi. Zaten üstadın bütün hikayeler sinemaya çok rahatlıkla uyarlanabilecek kalitede. Tiren olurda keder olmaz mı. Haydarpaşa'dan kalkan Adana'ya kadar devam edene trene Türk Musikisinin en güzel şarkıları eşlik eşlik ediyor. Kutlunun  hikayeleri genellikle Anadolu masumiyetinin kaybetmediği yıllarda geçer. Mesala kötü adam yoktur günahkar adam vardır. İçki içse bile Yasin'i ezbere bilir mesala. Ancak bu kitap biraz farklı. İstemediğimiz ama var olan karakterler var hikayede. Bu da kitabı kapattığınız yüreğinizi burkuyor. Lanet okumak geliyor içinizde. Kötülük iyiliği yenmiştir. Şarkılar daha da bir hüzünlendiyor. Hikayenin konusunu anlatmak istemiyorum. Sadece üstadı bir kere daha tebrik etmek istiyorum. Gerçek yolculuğun hayat yolculuğu olduğunu ve onunda dikenli zor yollardan geçtiğini hatırlatıyor bize.

Bir kaç altı çizili cümle ve şarkı sözlerini aktarayım kafidir.

- Naime Haliç'teki adalara bakıyor. Yalnız kimsesiz. "Bana benziyorlar" diyor içinden. Ama tavşanları varmış.
- Balkonda iken bazen udunu bazen tanburunu alır, alçak sesle çalıp söylerdi. Haliç'in üzerinde ışıklar oynaşır, bir patpatlı motor ardında gümüşten bir iz bırakarak uzaklaşır, bir kuş dertli dertli öter.
- Cenab-ı Hak yağ mumu isteye yağ mumu, bal mumu isteteyene bal mumu verir.
- Kader ne var ise etme merak.
- Aşkın çaresi ya tahammül ya sefer
- Gideceğim gurbet eldir / Ya gelinir ya gelinmez.
- Uzaktan gelmişim yorgunum hancı / Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş
- Bir tel kopar ahenk ebediyyen kesilir.
- Uzayıp giden o tiren yolları
- İşte tiren. Memleketi toplamış gidiyor. Her birinin ayrı bir hikayesi ayrı bir dünyası var.
- Her şarkının kalplerde bir hatırası vardır.
- Bizim romanımız türkülerimizdir. ( Tanpınar)
- Şu karşıki dağlar var olsun / Selamı gelmeyen var olsun / Senden bana selam gelmek ar ise /Benden sana çok çok selamlar olsun. ( Eğin Türküsü)







MUSTAFA KUTLU ESERLERİ

  • Ortadaki Adam (1970)
  • Gönül İşi (1974)
  • Yokuşa Akan Sular (1979)
  • Yoksulluk İçimizde (1981)
  • Ya Tahammül Ya Sefer (1983)
  • Bu Böyledir (1987)
  • Sır (1990)
  • Arkakapak Yazıları (1995)
  • Hüzün ve Tesadüf (1999)
  • Uzun Hikaye (2000)
  • Beyhude Ömrüm (2001)
  • Mavi Kuş (2002)
  • Tufandan Önce (2003)
  • Rüzgarlı Pazar (2004)
  • Chef (2005)
  • Menekşeli Mektup (2006)
  • Kapıları Açmak (2007)
  • Huzursuz Bacak (2008)
  • Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı (2009)
  • Zafer Yahut Hiç (2010)
  • Hayat Güzeldir (2011)
  • Anadolu Yakası (2012)
  • Sıradışı Bir Ödül Töreni (2013)
  • Nur (2014)


6 Mayıs 2015 Çarşamba

İhya Edilen Bir Tarih : Süleyman Subaşı Camii


Unkapanı Köprüsü'nden Ahırkapı'dan Unkapanı'na doğru yürüyenlerin sahil kenarında bir cami gözleri çarpacaktır. Daha önce burda cami var mıydı diye düşünenler bile olacaktır benim gibi. Çünkü yeni yapıldı. Aslında çok ta yeni sayılmaz bundan tam 444 yıl önce yapılan bir cami. Hem de Mimar Sinan eseri. Ama pek te onun eserine benzemiyor. Zamana direnemeyip yıkılınca 1800'lü yıllarında sonuna doğru Tanzimat üslubu ile yeniden inşa edilmiş. Daha sonra 1940 yıllarda Unkapanı köprüsünün yapımı sırasında tekrar yıkılmış. Anlayacağınız Fransız mimar Henri Prost halt yemesi. Unkapanı caddesinin genişletme sırasında yapılan tarih kıyımının kurbanlarında biri de bu cami maalesef.

Yol çalışmasına bir zararı olmamasına rağmen yıkılan caminin arsası yıllarca boş olarak kalmış. 2011 gelindiğinde Metro Köprüsü inşaatı sırasında caminin varlığı tekrar hatırlanır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi harekete geçerek yıkılan son hali ile tekrar inşa çalışmalarını başlatır. İnşaatı tamamlanan caminin bu yıl içerisnde tekrar ibadete açılması planlanmaktadır.

Bu hayırlı çalışmasından dolayı İBB'yi tebrik ederiz.

27 Nisan 2015 Pazartesi

Yoldaki Vosvos Lalelerin İzinde

Baharın gelmesi ile Yoldaki Vosvos'lar lale ormanında gezintiye çıkarlar. 



Kırmızı Şimşek Vosvos laleler arasında hız yapmak isteyince aynasızlara enselenir. 

Sonra İstanbul'da turistik bir gezinye çıkarlar. İlk durakları Ayasofya Camii olur. 

Mavi Deniz, dünyanın en büyük Lale Halısı ile rengarek bir  hatıra fotoğrafı çektirmek ister. 

Yoldaki Vosvos'lar yağmurlu günlerin ardından gelen güneşin tadını çıkarmayı da ihmal etmezler.  Yemyeşil çimlere uzanırlar boylu boyunca. 


Ara sıra sınırları da zorlarlar tabi.  


Bir zamanlar lejyonelerin at arabası ile fırt döndüğü 2000 yıllık hipodrom meydanında yapılan yarışları hayal ederler. 


İmparatorların ta Mısır'dan getirdikleri dikilitaşların gölgesinde tarihin içinde yolculuğa çıkarlar. 

O dönemde dünyanın orta noktası kabul edilen Milyon Taşı'nı es geçmezler tabi.  

 Hayal ettikleri dünya başkentlerinin kaç kilometre uzaklıkta olduklarını hesaplarlar. 

Artık Sultanların bahçesi lale cenneti Gülhane Parkına girme vakti. 

Gülhane Parkı'nın rengarenk laleri arasında çok mutludurlar. 


Artık her yerde bahar kendini göstermektedir. Mavi Deniz Vosvos papatyaların arasında bir çocuk gibi şendir. 

Sıcaktan bunaldıklarında gölete atarlar kendilerini. Hararetlerini giderirler.  

Mis gibi kokan sümbüllerin arasında gezintilerine son verip lalelere gelecek yıla kadar veda ederler. 


 
Design by Wordpress Theme | Bloggerized by Free Blogger Templates | free samples without surveys