20 Haziran 2014 Cuma

Kon-Tiki : Bilimsel Dogmaları Yıkmaya Çalışan Bir Yolculuğun Hikayesi


"Kon-Tiki : Pasifikte 101 Gün" isimli kitabı görünce yıllar evvel lisedeyken Bilim Teknik dergisinde okuduğum yazıyı hatırladım. Güney Amerika'dan çok uzakta okyanusun ortasında olan adalara salla ulaşılabileceğini kanıtlamaya çalışan bir bilimadamını anlatıyordu. Nedense sadece sadece Paskalya Adası kalmış zihnimde. Ve adanın esrarengiz heykelleri. Onun dışındaki hikayeden habersizdim.


Kitabı incelediğimde tam bana göre macera dolu bir yol hikayesi olduğunu gördüm. Ayrıca yakın bir dönemde çekilmiş bir de film vardı. Önce kitabı okuyup hemen ardından filmi seyrettim. Tahmin edeceğiniz gibi kitap çok daha güzeldi.

Kitap, Norveçli bilimadamı Thor Heyerdahl, 1947 yılında Güney Amerika'nın batı kıyılarından Pasifik Okyanusu'ndaki Tahiti'nin doğusundaki adalara yaptığı yolcuğu konu edinmekte. Heyerdahl, 101 günlük  8.000 km (4.300 mil) lik yolculuk boyunca yaşadıklarını hem filme çekim belgesel yapmış hemde hatıralarını yazıp kitaplaştırarak (The Kon-Tiki Expedition) büyük başarı elde etmiş. Bunu ölümcül macera atılma sebebi ise bilim dünyasında inanmadığı dogmalara karşı yaptığı mücade olsa gerek.


Heyerdahl, Pasifik Okyanusu'ndaki Polinezya yerli halkların atalarının Güney Amerika'dan sallarla gelen İnka öncesi topluluklar olduğuna inanmaktadır. Bu toplulukların lideri ve tanrı kabul ettikleri Tiki'dir. Bunun araştırmak için 10 yılını bu adalarda geçirir. Ancak hiçbir platformda bu görüşü kabul görmez. En sonunda teorisini ispatlamak için Tiki döneminin şartlarına göre bir sal inşa ederek okyanusu geçme planları yapar. Büyük uğraşlar sonunda teorisi destek bulur ve salını inşa eder. Kendisi ve 6 müretttebatı ile yaptığı inanılmaz bir yolculuk sonunda adalara ulaşır. Kendi deyimi ile tam bir deneysel keşiftir bu. Kitapta en ince ayrıntısına kadar okumaya doyamayacağınız bir üslüpla anlatmakta.



Kitabı okuduktan sonra filmini seyretmek ise yolculuğu canlandırmak adına çok güzeldi. Ancak kitapta olmayan bölümleri farketmek çok kolay oldu.  Bunlardan Heyerdahl'ın karısı Liv'in yazdığı mektup gezginlerin psikolojisini tahlil etmesi açısında oldukça dikkat çekiciydi.

Sevgili Thor,

Başardın. Fatu Hiva’daki gece Tiki’yi anladın.
Yüzme öğrenmene de gerke yok.
Suya düşersen de iradenle yüzersin.
Anlamış olacağın üzere, ben, Tahiti’de seni bekliyorum.
Çünkü bu bizim hayatımız ve kuralları sadece biz koyarız.
Sen kim olduğunu biliyorsun.
Ve hayatının sonuna kadar her an günabatımını kovalayacaksın.
Thor, bu pasifik Okyanusunu keşfetmekle ilgili değil.
Gitmenden önce neden gittiğin önemliydi.
Her şeyi geride bırakamadın ve bilinmeze doğru yol aldın.
Ama bu sensin.
Benim sevgili Thor’um.
Komik olan şu ki ben seni yine de seviyorum.
Ve bizi uzaklaştıran şey de bu.

Liv

Liv haklıydı. Thor Heyerdahl bu macerayı başarmış ve büyük bir üne kavuşmuş olsa bile gitmekten kendini alamayacaktı. Tüm denizlerde farklı denemeler yaptı. Atlat okyanusunu Mısır usulü sallarla geçmeyi denedi ve ikinci seferin başardı. Hint Okyanusun'da kıyı boyunca sallarla seyahatlerde yaptı. Teorisini desteklemek için bir çok adada arkeolojik kazılar yaptı.

Açıkçası benim kafamdaki bir çok soruya cevap oldu diyebilirim. Hz.Adem'in ilk insan olduğuna iman etmiş bir Müslüman olarak uzak kıta ve adalardaki insan varlığı hep soru işaretiydi benim için. Müslüman bilim adamları bile kafa patlamış bir çok teori üretmişlerdi. Heyerdahl'ın teorisine göre pekala tüm insanlık Ortadoğu'ndan önce Asya Afrika ve Avrupa daha sonra ise Amerika ve uzak adalara geçmiş olabilir. Ve bunu yüzyıllar boyunca elde ettiği bilgi deneyimi ile yapmıştır. Heyerdahl teorisini destek ararken bir dergide yaptığı sunumda şöyle ifade ediyor.
- Okyunusların en değil yol olduğunu kanıtlamak istiyorum.


Bunu yıllarını geçirdiği adadaki yerlilerden öğrenir. Yine New York'ta Kaşifler Lokalinde bir kaptan söylediği şu sözle ifade edilir.



Heyerdahl'ın tüm başarılarına rağmen bilim dünyasının katı duruşu günümüzde bile kendini hissetirmekte ve bir çok bilimadamı tarafından kabul görmemektedir.

Kon-Tiki'nin ulaştığı Roroia Adası

Kon-Tiki belgesel çekimi yapılırken 
Kon-Tiki'nin Mürettebatı 


Kon-Tiki Film Fragmanı : 


Balsa Salı
Balsa Salı Norveç'te Açılan Kon-Tiki Müzesinde sergilenmektedir.

İnka Tanrısı Kon-Tiki

Kon-Tiki Okyanus Rotası
Kon-Tiki Rotası



9 Haziran 2014 Pazartesi

The Railway Man : Ölüm Yolunda Bir Tren Tutkunu


Tren yolculuklarının yol hikayeleri arasında çok özel bir yeri var. Bundan dolayı uzun tren yolculukları hep ilgimi çekmiştir. Orjinal adı "The Railway Man (Çevirisi :Geçmişin İzleri) " tam da bana göre bir yol filmi. Özünde hüzünlü bir savaş hikayesi olsa da giriş sahnelerindeki tren yolculuğu bölümleri ile insanı yola çıkartacak kadar güzel. Henüz 2013 yapımı olmasına rağmen Türkiye'de henüz vizyona girmemiş olduğunu belirtmek gerekiyor.

Film İkinci Dünya Savaşı sırasında Japonlara esir düşen ve Thai/Burma demiryolu inşaatında çalıştırılan İngiliz mühendis Eric Lomax ve arkadaşlarının gerçek hikayesini konu alıyor.

Hem yol filmi olması hemde mühendisliği konu edinmesi benim açımdan oldukça ilgi çekici. Görsel olarak hayran kaldığım sahneler var. Hem fotoğrafa hem yolculuğa meraklı iseniz tavsiye edililir. Konu itibari ile dram barındırdığınız hatırlamak gerek elbette.

Başrolde Colin Firth( Eric Lomax) büyük bir oyunculuk örneği gösteriyor. Filmin başından sonuna kadar performansında bir düşme yok. Nicole Kidman'ın rolü ise çok kısıtlı filmde. Ancak yolculuk sahneleri için fena sayılmaz. Yine çok az bir zaman rol almasına rağmen Japon subayı canlandıran Hiroyuki Sanada dikkatimi çekenler arasında.

Colin Firth

Filmin Künyesi :
Vizyon Tarihi : 2013
Yönetmen : Jonathan Teplitzky
Oyuncular : Colin Firth, Nicole Kidman, Jeremy Irvine, Hiroyuki Sanada
Tür : Dram, Biyografik
Ülke : Avustralya , İngiltere

Eğer filmi izlemeden konusunu öğrenmek istemiyorsunuz yazının bundan sonrasını okumanızı tavsiye etmem.

Filmin Fragmanı : 



Filmin Konusu :

Eric Lomax kendi tabiri ile trenlere tutku ile bağlı bir askerdir. Bu tutkusu tüm hayatı boyunca kendisini takip edecektir. Esir olarak Death Railway (Ölüm Yolu) olarak adlandırılan demiryolu inşaatında çalışırken bir yandan da savaşın seyri hakkında bilgi almak için bir radyo yaparlar. Bu radyo onları hayata bağlar. Eric, radyonun ve yaptığı tren yolu haritasının Japonların eline geçmesinden sonra Çin ajanı olmakla suçlanır ve büyük işkence görür. Amerikanın savaşa girmesi ve Japonlara atom bombası atmasında sonra savaşın seyri değişir demiryolu inşaatında hayatta kalan diğer esirlerle birlikte kurtarılır.

Evine döndükten sonra yıllar boyurnca bu tramvayı atlatamaz. İntikam almak için kendisine işkence edenlerin peşine düşer. Küçük bir bilgi almak için bile olsa uzun yolculuklar yapar. Bu yolculuklar sırasında tanıştığı Patti'ye aşık olur ve evlenirler. Ancak geçmiş peşine bırakmaz ve evlilikleri çekilmez hale gelir. Patti çok sevdiği kocasını yıllardır içini kemiren bu durumdan kurtarmaya çalışır.

Eric kendisine işkence eden Japon subayın izini bulur. Esir düştükleri demiryolunda rehberlik yaptığını öğrenir. Geçmişi ile yüzleşmek için tüm acıların yaşandığın demiryoluna tekrar gider. İntikamını almak için ruhunda gelgitler yaşar. Ancak herşeye rağmen yaşananları affeder.

Filmin Yorumu :
3 açıdan değerlendirmen gerekiyor. Yol hikayesi, bir mühendisin hayatı ve savaş filmi

Birincisi yol hikayesini anlatan bir film olarak,  Eric ile Patti'nin tren ile yaptığı yolculuk sahneler en çok hoşuma giden bölümler oldu. Hem diyaloglar hem görüntüler çok güzeldi.  Eric'in trenin geçtiği bölgeleri rehber edası ile tek tek anlatırken orada olmayı hayal ettim açıkçası.

İkincisi tren uzmanı bir mühendisin hayatı bir yol hikayesi için biçilmiş kaftan. Savaşta teorik bilgilerini pratikte kullanarak küçük bir radyo yapmaları güzel bir fikirdi.

Son olarak esas konusu olan savaş. İkinci dünya savaşları konu alan filmlerin klasik duruşu vardı. Japonlar aşağılık zalim insanlar. Amerikalılar yada İngilizler ise kurtarıcı rolünde azizler. Ölüm yolunu yapmaktan vazgeçen İngilizlere karşın, binlerce insanı tren yolu inşaatına gömen Japonlar. Tarihi kazananlar yazar sözüde bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor böylece. Her şeye rağmen kazanan içinde kaybeden içinde büyük acılar bırakır. Filmin bir yerinde Finley'in "Savaş iz bırakır Bayan Lomax" sözü filmi özetler nitelikteydi aslında. Bu yol inşaatında da büyük dram yaşanmış.

Ölüm yolu inşaatı

Thai/Burma Demiryolu 

Thai/Burma Demiryolu Köprüsü

Nicole Kidman

Thai/Burma Demiryolu 

8 Haziran 2014 Pazar

Su Düşen Şelalesi : Ormanın Üstünde Akan Dere

Su Düşen Şelalesi
Su Düşen Şelalesi Yalova'nın Termal ilçesine bağlı Üvezpınar Köyü sınırları içersinde Gökçe Deresi üzerinde yer almaktadır. Şelaleye ulaşmak için köyden 6 km kadar dağlara doğru devam etmeniz gerekiyor. Sol tarafınızda Gökçe Barajınına paralel devam ettiğinizde asfalt yolun bitiminde şelale tabelası görmüş olacaksınız.

İlk fotoğrafladığım şelale olması hasebiyle benim için ayrı bir yeri var. 2010'da Yalova'dan başlayıp Erdek'e kadar devam eden Güney Marmara gezimizin ilk ziyaret noktasıydı. Sabah 7'de  daha kimseciklerin ayak basmadığı bir zamanda görme fırsatı bulduk. Şiddetli bir yağmurun hemen sonrası geldiğimiz için suyun kuvvetli aktığı belli oluyordu. Uzaktan gözüken şelalenin oluşturduğu buharlar yükselerek ormanın üzerinde akan bir dere gibi gözüküyordu. Baraja doğru bir yol izliyordu su buharı. Doğanın güzel sürprizlerinden bir tanesiydi bizim için.

Su Düşen Şelalesi
Su Düşen Şelalesi
Sağ alt köşede Su Düşen Şelalesi ve ormanın üstünde oluşan buhar deresi
Ormanı aşara baraja akan buhar deresi
Gökçe Deresi üzerine kurulu Gökçe Barajı
Şelaleye giderken yoldaşımızı
Yalova Gökçe Barajı

7 Haziran 2014 Cumartesi

İstanbul'un Kaleleri : Şehrin Savaş Tarihinin Canlı Tanıkları


Yenikapı kazıları ile tarihi 9.000 yıl öncesine giden İstanbul'a sahip almak için kimler uğraşmamış ki. Her zaman bir savaş halinde olmuş şehir. Yüzyıllar boyunca istim üstünde kendine saldıracak kavimleri beklemiş. Bu yüzden bütün savaşlar savunma düzeninde kalelerde surlarda gerçekleşmiş. İstanbul'un kaleleri dediğimizde aklımıza sadece şehri çevreleyen surlar gelmesin. Hem şehri hem de önemli bir ticaret yolu olan boğazı korumak için savunma hattı genişletilerek farklı bölgelere kaleler inşa edilmiş. Yoldaki İzler olarak bir iki küçük kale haricinde İstanbul'daki tüm kaleleri görme fırsatım oldu. Üniversite boyunca Age Of Empire oynamış birisi olarak bu kaleleri görünce kendimi ortaçağda film setinde hissediyorum. Her an kılıcı ile bir atlı çıkacakmış gibi bir his var. Şehrin savaşlarına tanıklık eden cengaverler kendilerini tanımak için sizleri bekliyor.

1- İstanbul Surları :
Doğu Roma döneminde yapılmaya başlayan ve Bizans dönemi ile birlikte yüzyıllar boyunca şehri saldıralardan koruyon ve tüm şehri çevreleyen duvarlardır.  Son şeklinin Theodosius döneminde aldığından  bu isimlede anılır. Deniz surlarının tamamı yıkılmıştır. Ayvansaray'dan Yedikule'ye kadar olan kara surları ise kısmen ayakta kalmayı başlarmıştır.

İstanbul Surları - Ayvansaray
2- Galata Surları
Galata Kulesinin de bir parçası olduğu ve zamanında tüm Galata bölgesinin çevreleyen surlardır. Fatih Sultan Mehmet'in emri ile yıkışmıştır. Günümüze çok çok az bir bir kısmı kalmıştır.


Galata Surları : Metro Köprüsünün altı

3- Rumeli Hisarı (Boğazkesen Hisarı) : 
Diğer kalelerden farklı olarak savunma amaçlı değil fethin bir parçası olarak Fatih Sultan Mehmet tarafında 1452'de yaptırılmıştır.
Rumeli Hisarı'nın diğer adları kaynaklarda Kulle-i Cedide, Yenice Hisar, Boğazkesen Hisarı olarak geçmekte.

Rumeli Hisarı


4- Anadolu Hisarı (Güzelce Hisar):
Yıldırım Beyazıd tarafında İstanbul kuşatması sırasında yaptırılmıştır.

Anadolu Hisarı

5- Garipçe Kalesi : 
Ceneviz döneminde inşa edilsede son olarak Sultan III. Murad tarafından 1757-1774 yıllarında yaptırılmıştır.
Garipçe Kalesi


6- Yoros Kalesi : 
Halk arasında Ceneviz Kalesi olarak bilinsede Doğu Roma döneminde inşa edilmiştir. Ancak Cenevizliler uzun süre buraya hakim olmuşlardır.  Yoros Kalesinin adını, Yunanca'da dağ, tepe anlamına gelen Oros'dan almış olabileceği düşünülmekte. Diğer bir görüşe göre ise Anadolukavağı ve Poyrazköy arasındaki tepelerden birisi üzerinde bulunduğu varsayılan Zeus Ourios tapınağından almakta. Tapınak ilkçağda Karadeniz'e açılan gemilerin bu korkulu sularda selametle gidebilmeleri için onlara, tanrılardan “iyi rüzgarlar” tanrısı Zeus’un yardımcı olması gayesiyle yapılmış.

Yoros Kalesi

7- Poyraz Kalesi :
Garipçe Kalesi ile aynı dönemde Boğazı kontrol etmek amacı ile Cenevizliler döneminde yaptırılmış.

Poyraz Kalesi


8- Rumeli Feneri Kalesi :
Kayıtlarda 4.Murat döneminde inşa edildiği belirtilmekte. Kırım Savaşında Boğaz'ı korumakta önemli görev almış. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde de TSK tarafından kullanılmaya devam edilmiştir.
Rumeli Feneri Kalesi

9- Riva Kalesi :
Boğaz giriş çıkışlarını kontrol etmek amacı ile Cenevizliler tarafından inşa edilen küçük bir kale.
Riva Kalesi

10- Şile Ocaklı Kalesi :
Cenevizliler tarafında gözetleme amacı ile inşa edilen bir kaledir.

Şile Kalesi

11- Aydos Kalesi :
Aydos, latince kartal anlamına gelen Aetos'dan gelir. Keçi Kalesi olarak ta bilinen Aydos Kalesi, İstanbul'u Anadolu'ya bağlayan tarihi yola hakim yapısı ile bir Bizans eseridir. 1328 (H.728) yılında Osman Gazi döneminde fethedilerek İstanbul'un fethine giden yolda ilk adım atılmıştır. (Aydos ile ilgili yazım)
Aydos Kalesi


12- Çatalca Kalesi : 
Büyük İskender döneminde ( MÖ 350 Yıllarında ) İstanbul Kralı Yagfur'un Kızı, Haniçe nin Yaylağı olarak inşa edillmiştir. (Çatalca konulu yazı için tıklayınız)
Çatalca Kalesi

13- Anastasius Suru : 
507 - 511 Yılları arasında Bizans İmparatoru Anastasios tarafında yaptırılmıştır. Avrupa yönünden gelecek düşman saldırılarından İstanbul u korumak inşa edilmiştir. Çatalca sınırları içinde 56 Kilometre uzunluğu ile Çin Seddi'nden sonra en uzun ikinci surdur. (Çatalca konulu yazı için tıklayınız)
Anastasius Suru
14- Yedikule Hisarı :
İstanbul'un fethinden sonra garnizon olarak inşa edilmiştir. Daha sonra ise hapishane olarak kullanıldığında Yedikule Zindanları olarak bilinmektedir.


Ziyaret ettiğin bu kalelerin haricinde aşağıdaki kaleler bulunmaktadır.

15- Kilyos Kalesi : 
Kilyos'ta Bizans çağına (4-5. yüzyıl) ya da Cenevizliler’e (12-14. yüzyıl) atfedilmekteyse de son hali Osmanlı dönemine ait bir kaledir.

16- Sarıkavak Kalesi
ŞileSarıkavak(Hasanlı) köyünde bulunan Cenevizlilerden kalma kaledir.

17- Heciz Kalesi : 
Şile Kalealtı mahallesinde Bizans dönemine ait bir kaledir.

18- Kalem Kalesi :
Şile Kalem Köyü'nde 14.yy ait bir kaledir.



6 Haziran 2014 Cuma

Yoldaki İzler Gezi Haritası

Yoldaki İzler Harita
Yoldaki İzler gezilerini zaman zaman el haritasında işaretlerdim. Bunu dijital ortamda yapmak istediğimde Google Maps'in kişisel harita oluştuma ile karşılaştım.  Ziyaret ettiğim şehirleri haritada işaretledim. Çok fazla esnek olmamakla birlikte farklı görünümler verilebiliyor. Şimdilik harita yeterli geldi. İşaretli her nokta için fotoğraf ve küçük bilgiler eklenebiliyor. Bende bloğumdaki ilgili yazının linkini eklemeye başladım.

Görüldüğü gibi daha gidecek çok yolum var. Yol bizi bırakmadığı sürece Anadolu coğrafyasında işaretlenmedik nokta bıramamaya niyetliyim.  Bu yüzden bu harita şevkimi daha da artırmakta.
Aşağıdaki linke veya yukarıdaki haritaya tıklayarak Yoldaki İzleri harita üzerinde de takip edebilirsiniz.

Yoldaki İzler Gezi Haritası




5 Haziran 2014 Perşembe

Sarıyer'den Rumeli Feneri'ne Boğaz Havası


Sarıyer, İstanbul'un en kuzeyinde ve en yeşil yerleşim yerlerinde birisi(ydi). Ana yollara uzaklığından dolayı bakir bir alan olarak yıllarca kendini korumayı başarmış. Ancak 3.Köprü ve Kuzey Otobanı inşaatlarının tehtidi altında. Bir kaç sene içerisinde inşaatların tamamlanması ile birlikte büyük bir hereketlilik başlayacak bu bölgede. Çünkü otobanlar fotoğraflarda durduğu gibi durmuyorr. Bir zaman sonra genişliyerek etrafında ne varsa yutmaya başlıyor. 3. Köprüye karşı olmamakla birlikte bu bölgenin orman alanının yok edilmesine razı değilim. En azından gelecek yıllara yönelik önlemler alınarak tahribin sadece yol güzergahında kalması sağlanmalıdır.

Sarıyer Gezi Rotası

Yok olmadan bu güzellikleri görmek Sarıyer'den Rumeli Hisarına kadar olan alanda bir gezi gerçekleştirdim. Ne acıdır ki aynı zaman bu bölgeyi ilk ziyaretim oldu. Maslak İstinye'den öteye geçmemiş birisi olarak keşif gezisi gibi oldu benim için. Sarıyer Merkezde kahvaltı ile başlayan günüm önce Rumeli Kavağı ve Garipçe Köyleri dolaştıktan sonra Rumeli Feneri'nde son buldu. Yeşil ve mavinin en güzel tonları ile bezenmiş tarih ve doğanın içiçe geçtiği bu coğrafyaya hayran kaldım.

Sarıyer 

Boğazın en güzel yerine konumlanmış ilçesi olduğunu söyleyebilirim. Bu bölgeye kadar boğaz kenarında hiç bir sahilde karşınızda yeşili bu kadar fazla göremezsiniz. Sahil kenarında herhangi bir yer oturduğunuzda karşı yakada Anadolu Kavağı hariç bir yerleşim göremezsiniz. Alabildiğine deniz ve orman. Ayrıca tam bir balıkçı merkezi. Büyük bir ilçe de olsa bu özelliğini kaybetmemiş. Tarihi dokusunda büyük tahrip olsada diğer ilçelere göre daha iyi durumda. Halen ruhunu korumayı başarmış. Sokak aralarında tarihin izlerini görebiliyorsunuz.

Sarıyer Merkez

Sarıyer'ın isminin hikayesi konusunda farklı rivayetler var. En tutarlı olanı ise Sarıyer'in kuzeybatısındaki sırtlarda altın madenin olması.  Toprağının sarı renkte olmasından dolayı Sarıyar adı verilmiş. Tarihte Bizans ve Osmanlı dönemlerinde bölge İstanbul'un  uç karakolları vazifesi görmüş.  Bu nedenle boğazı kontrol eden küçük kaleler inşa edilmiş. Gezi boyunca bunları tek tek görme fırsatı buldum.

Rumeli Kavağı 

Sarıyer'e çok yakın bir mahalle. Boğazın son plajlarına sahip olması ile meşhurdur. Karşında Anadolu Kavağı ve Yoros Kalesi manzarasına sahip. Çok yakında bu manzaraya 3.Köprü yani Yavuz Sultan Selim Köprüsü eklenecek.
Rumeli Kavağı
Garipçe Köyü

Adı gibi garip bir köy. Açıkçası 3.Köprünün yapımına başlanması ile birlikte ilk defa haberdar oldum böyle bir köyün varlığından. Köprünün ayaklarının tam altında kalacak olması onu özel kılıyor. Küçükcük bir koyu mesken etmiş kendisine. Köy kahvaltısı ile ünlü olmuş. Koy sıra sıra balık restoranları çevrelenmiş. Tarihi osmanlı dönemine uzanan bir kaleye sahip. Garipçe Kalesi. Ancak tarihe sahip çıkmadığımız belgesi sanki. Kalenin dibine derbe çatma kulübeler inşa edilmiş. Kale yıpranmış olsa bile içi odaları sağlam. Cumhuriyetin ilk yıllarında Rumeli Feneri kalesi ile birlikte TSK tarafında aktif olarak kullanılmış. Bu yüzden içinde betonarme eklentiler var. Bu durum içimi burktu biraz. Ancak kalenin halen ayakta kalmasıda buna bağlı olabilir. Yeni köprü manzarasında dolayı Kültür Bakanlığı tarafından restore edilerek işletmeye açılacakmış. Garipçe'yi büyük bir değişim bekliyor.
Garipçe Köyü
Rumeli Feneri 

Artık İstanbul'un sonu diyebileceğimiz bir noktaya geldim. Buradan gerisi  uçsuz bucaksız Karadeniz. Ve bu uç nokta bir fener, bir kale ve bir köy. Büyük sayılabilecek bir balıkçı barınağına sahip. Renk renk tekneler çok güzel bir görüntü oluşturuyor. Doğal bir kayalığın üzerine inşa uzun bir mendireği var. Büyük büyük taşların yerleşimi çok ilginç.  Yine bu manraya çok yakında 3.Köprü eşlik edecek. Belki de köprünün ihtişamı en çok buradan belli olacak. Boğaz'ın Karadeniz'den girişine çekilen devasa bir set. Fantastik filmlerdeki sahneleri anımsattı bana. Bakir bir coğrafyada bir anda karşınıza çıkan devasa bir yapı. Bekleyip göreceğiz. 
Rumeli Feneri Balıkçı Barınağı
Rumeli Feneri, Kırım savaşı sırasında 1896 yılında inşa edilmiş. Esasında Fener Fransız ve İngiliz gemilerinin boğaza giriş ve çıkışlarını rahatlamak için yapılmış. Anadolu Feneri ile birlikte boğazı kontrol etmekte. Resmi adı Türkeli Feneri.  Diğer deniz fenerlerinden farklı bir özelliği daha var. Rumelin fethinde büyük rol oynayan Sarı Saltuk Dede'nin bir türbesi de fenerin içinde bulunması. Bu zatın tam 12 yerde türbesi olması tam bir halk kahramanı olduğunun işareti. Şehzade Cem Sultan'ın hazırlattığı meşhur Saltukname'de , Sarı Saltuk  efsanevi hayatı ve menkıbeleri anlatılmakta.
Rumeli Feneri
Rumeli Kalesi, benim gibi ilk defa görenler için çok etkileyici bir yer. Otun bile yetişmediği çok geniş bir kayalığın üzerinde inşa edilmiş tam bir orta çağ kalesi. Tarihi Cenevizlere kadar gitse de IV. Murad zamanında yeniden inşa edilmiş. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde karakol olarak kullanılmış Bu yüzden iki kuleden bir tanesi neredeyse betonarme olarak yeniden yapılmış. Bu yüzden kötü bir görüntüsü var. Diğer bölümleri ise özellikle denize bakan kemerli gözetleme duvarları çok güzel ve orjinalliğini korumakta. Yalnız askeriyenin buryaı terketmesinde sonra resmen kaderine terkedilmiş. Hiç bir koruma yok. Kemerlerinin altınsa piknik yapanlara mı kızarsınız yoksa duvarlarında ilan-ı aşk yapanlar mı ? Yıkıldı yıkılacak dediğiniz kapısının üzerinde kedi gibi gezenler var. Çevresi çöplük içinde. Her yer çekirdek kapukları, bira şişeleri ve bilumum çöplerle dolu. 3.Köprü'nün belki de en büyük faydası bu eserlerin koruma altına alınacak olmasıdır.
Rumeli Feneri Kalesi
Sarıyer gezim boyunca deniz, orman ve tarih peşimi bırakmadı. Bir de 3.Köprü. Nereye gitsem karşıma çıktı. Artık o da bizim bir gerçeğimiz. Kabul etmemiz gerekiyor. Köprü ve yollar bitene kadar tekrar gelirmiyim bilmiyorum ama çok kısa zaman içersinde buralar büyük bir hızla değişecektir. Fırsatınız var iken görmenizde fayda var. Bir daha şansınız olmayabilir. 
-----
Yoros Kalesi



 
Design by Wordpress Theme | Bloggerized by Free Blogger Templates | free samples without surveys