29 Mayıs 2014 Perşembe

Fetih Fatih ve İstanbul


İmtisâl-i "câhidû-fi'llah" olupdur niyyetüm
Dîn-i İslâm'ın mücerred gayretidür gayretüm
Avni (Fatih Sultan Mehmet)

Fatih ve Fetih.

Bu iki kelimeyi Hz. Peygamberin iki güzel hadisinin benim üzerimde ki tezahürü olarak görürüm.  Sultan Mehmet 29 Mayıs 1453’te İstanbul’u fethederek  “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur” hadis-i şerifindeki kutlu komutan şerefine mazhar olmuş ve “Fatih” ünvanını almıştır. Bu tarihten tam 527 yıl sonra yine bir Mehmet olan babam  “Çocuklarınıza güzel isimler verin” hadis-i şerifi uyarınca oğluna “Fatih” ismini verir. Büyük kızımın Hüsna’nın doğum tarihinin 29 Mayıs olması da Allah’ın bir hikmeti olsa gerek.  Artık Fatih’te, Fetih’te, İstanbul’da boynumuza asılan bir emanettir. 30 küsur yıldır taşıdığımız emaneti tanımak ve tanıtmak için adım adım dolaşmaktayız sokak sokak.
Fatih Sultan Mehmet Portresi
Harbiye Askeri Müzesi 
Tarihte binlercesi varken  “Fetih” dediğimizde İstanbul’un fethini, “Fatih” dediğimizde ise Sultan Mehmet’i anlarız sadece. Hz. Peygamber’in müjdesi vuku bulmuştur çünkü.  Persler, Bulgarlar, Araplar onlarca kavmin yüzlerce yıl süren kuşatmalarına direnen İstanbul, Fatih’e karşı koyamamış kapılarını açmıştır sonuna kadar. Dünyanın kaderi belirlenmiştir artık. İspanya’dan Müslümanları atmaya çalışan Avrupa’nın boynuna geçirilmiş kancadır Fetih. 561 yıldır uğraşsalar da kıyamete kadar çıkartamaya gücü yetmeyecektir. Endülüs’ün fethinin gayesi de İstanbul değil miydi zaten? Müslümanlar Ebu Eyyûb el-Ensarî ve yüzlerce sahabe binlerce şehidi surların dibine gömüp Avrupa’yı baştan başla fethetmek için geri çekilmemişler miydi? Fransa sınırlarında düşen bayrağı Orta Asya’nın bağrında gelen Selçuk’lu  alıp kaldırmış, en nihayetinde Anadolu’nun yağız delikanlısı Osmanlı dikmiştir en tepesine İstanbul Surlarının.
Harbiye Askeri Müzesi  Fatih Mozail Portresi

Bizans'ın Haliç'e Çektiği Zincir
İstanbul Fetih Kutlamaları
Haliç Fetih Kutlamaları
Harbiye Askeri Müzesi Fetih Panoraması



24 Mayıs 2014 Cumartesi

Sirkeci-Harem Feribotunda Gün Batımı Şöleni


Yavuz Alper'le Harem'den Üsküdar'a kadar yürüyüp bol bol sohbet ettik bugün. Kamera olmadan sadece İstanbul'u izleyerek. Ne kadar gezi yaparsak yapalım en nihayetinde özlüyoruz bu şehri. Şehri kokusunu içimize çeke çeke adım adım yürüdük. Arabam Harem'de olduğu için tekrar Harem'e yürümem gerekiyordu. Candostum şakayla karışık "Eminönü'ne vapurla geçelim. Sirkeci'den feribotla binip Harem'e geçersin" dedi. Bu öneriye hayır diyemezdim. Üsküdar'dan Harem'e geçmek için Sirkeci-Harem feribotu kullanmak kulağı tersten tutmak gibi olsa da çok güzel bir fikirdi. Günbatımını feribotta izlemek için bahanem oldu.


İstanbul'da en güzel günbatımı nerede izlenir diye sorsanız cevap Salacak Sahili olur herhalde. Elhak doğrudurdu da. Kız Kulesi'nin eşlik ettiği muhteşem güzelliği kimse inkar edemez. Ancak benim çok özel başka bir mekanım var. Sirkeci-Harem feribotu. Yalnız feribotun tam günbatımında hareket ediyor olması gerekiyor. Feribotun kıç kısmına oturduğunuz taktirde muhteşem bir manzaraya şahitlik etmiş olursunuz. Hem de dekoru her dakika değişen bir manzara. Feribot hareket ettiğinde şehrin figürleri rol almak için yarışırlar adeta. Bir bakarsınız vapur kaptanları selamlar sizi güneşin arkasından. Galata Köprüsü her daim oradadır. Şimdilerde metro köprüse de katıldı manzaraya. Galata Kulesi eksik kalmak istemez uzatır başını ışığa doğru. Sağdan soldan minareler eşlik eder bu şölene. Harem'e yaklaştıkça denizin hakimiyeti artar. Güneş elbise yapar kendine. Arada kuru yük gemileri geçer bazen. Heyula gibi çöker karartır güneşi. Feribot iskeleleye yanaştığında güneşte gözden kaybolmuştur artık. Şölen tamamlanmış perde çekilmiştir.





22 Mayıs 2014 Perşembe

İstanbul Işıkları Altında Uludağ Kampı


Birinci Bölüm : İznik'ten Uludağ'a Doğa ve Tarihin Kokusu

Artık Uludağ’ın eteklerindeyiz. Alaçam Köyü’ne giderken birkaç farklı köyün içinde geçtik. Allah buraların bereketini kat be kat artırmış. Her yer meyve bahçesi.  İsimleri de çok güzel. Şükriye, Servetiye, vs. Alaçam Köyü’nde çay molasında sonra artık dağa tırmanma vakti.  Daha önce traktör romorkunda gittiğim yollar gözümde canlandı tekrar. Özlemişim dağları. Yükseldikçe çam ağaçları azalıp düz tepelere bıraktı kendini.  Hava kapalıydı. Yağmur yağmasında endişeleniyorduk.  Yolun durumundan hiçbir bilgimiz olmadan Göller Bölgesine kadar gitmeyi düşünüyorduk ki bir anda büyük bir buz kütlesi çıktı karşımıza. Yolu kapatmıştı. Sonuna gelmiştik artık yolun. Geçen kampımızda da aynısı olmuştu. Dağ yürümemizi istiyor demekki.

Uygun bir yerde kampımızız atıp yürümeye başladık. Yürüdükçe hava değişmeye başladı. Bulutlar hızla yer değiştiriyordu.  Mavi gökyüzü gözükmeye başladı önce. Sisler de gidince bembeyaz tepeler gözüktü bir anda. O zaman anladık istesekte daha ileri gidemeyecektik. Yolda iki tane motor vardı. Sahipleri ile karşılaştık kurumuş dağ kekiklerin üzerinde dinlenirken. 2000 mt’deki derelerde alabalık avlayan balıkçılar. Elleri boştu maalesef. Son yıllarda balık kalmadı artık dediler. 30 yıldır buralara gelirlermiş. Balıkçılığı sevmesem de arkadaşlara imrendim. Buz gibi sularda avlanan alabalıklar enfes olurdu. Geriye dönüp kamp hazırlıklarına başladık.


Önce çadırımız kurduk. Bir tarafı karlı tepelere, diğer tarafı Bursa’ya bakan bir konum seçmiştik. Yer seçiminde ne kadar isabetli olduğumuz hava kararıp ışıklar yanınca fark edecektik.  Işıklarla çizilen Marmara Denizi ayaklarımızın altındaydı. Yakın tarafta Bursa, solda İmralı Adası, sağda Gemlik körfezi ve Samanlı Dağları. Ya onun arkasındaki uzun ışık kümesi neresiydi  acaba diye düşünürken  İstanbul olabileceği aklımıza geldi. İstanbul’dan Uludağ görülebiliyorsa, Uludağ’dan İstanbul niye gözükmesin. Yüzlerce kilo metre uzakta evlerimizin ışıklarını görebiliyorduk. Çok güzel bir duyguydu.

Yanımızda getirdiğimiz odunlar hem mangalımızı pişirdi hem içimizi ürperten dağ soğuğundan korudu bizi.  Közde çay demlemeyi de ihmal etmedik tabi. Artık çadırımıza çekilip uyuma vakti. Tulumdan dolayı çadırdı soğuğu hissetmedim. Ama yerdeki taşlar sırtımdaydı tüm gece. Altyapıyı iyi yapamamışız.  Baya yorucu bir gece oldu.

Sabah gündoğumu çekimleri için kalktığımızda dağ soğuğunu iliklerimize kadar hissettik. Açıkçası çok hazırlıklı gelmemiştim. Battaniyelere sarılıp birkaç kare fotoğraf çekip tekrar ateşin başına üşüştük. Akşamdan kalan sucukları kızartıp sabahın altısında yedik afiyetle. Dağ havası insanın iştahını da açıyor.

Güneş yükseldikçe hava ısındı. 1-2 Saat içinde battaniyeden kısa kolluya hızlı geçiş yaptık. Artık gitme vakti gelmişti. Karlı tepeleri arkamıza bırakarak köye doğru inişe geçtik. Son durağımız yolumuz kapatan kar sularının beslediği  Alaçam Şelalesi. Gürül gürül akıyor yemyeşil ormanın içinde. Şelale mi şelalenin hası hem de .

Hatıralarımızı tazeleyerek, yeni hatıralar katarak bir geziyi daha tamamlamanın mutluluğunu yaşadık hepberaber.  Bu geziden de hayata dair bazı dersler çıkardım kendime göre. Satır aralarında bahsettim aslında. Madde madde sıralamakta fayda var.
  • Hayat varsa ölüm de var bunu unutmamak gerek
  • Hayatta değişimler her zaman kötü olmaz güzeller de oluyor. 
  • Hatıralar hayatımızın anlamı. Yaşatmamız gerekiyor onları.
  • Yolla hemhal olunca size cömert davranıyor.
  • Yol, yol arkadaşın kadar keyifilidir. 

















Resim yazısı ekle

İznik'ten Uludağ'a Doğa ve Tarihin Kokusu

İznik.  Binlerce yıllık geçmişi ile tarihe tanıklık etmiş antik bir kent. Benim hayatımda de önemli bir kilometre taşı. Yola yollara sevdam bu şehirle başladı. 1 Mayıs 2010’da fotoğraf amaçlı çıktığım ilk şehir dışı gezisi İznik’in tarihi kapılarında bir yol macerası ile oldu.

Bu tarihten tam 4 yıl sonra yine bir Mayıs günü aynı rotada düştük yollara. İzmit Körfezi’ni  baştan başa dolaşıp Karamürsel’den İznik’e,  daha sonra  da Yenişehir ve İnegöl üzerinden Uludağ’ın doğusunda  Alaçam Köyü’nün sırtlarında son bulacak kamplı bir macera yaşadık. Doğa ve tarihin içe içe geçtiği muazzam bir coğrafyada iki tam gün geçirdik.   


İznik-Uludağ gezi rotamız

Gezinin iki ana bölümü vardı. Karamürsel – İznik bölümü ve Uludağ kamp bölümü.  İkisinde de geçmişi tekrar yaşıyormuşum gibi bir hisse kapıldım.  Birinci bölümün büyük kısmını ilk İznik gezisinde görmüştüm.  İkinci bölümde ise 3 yıl önce Anadak ile dağcılık eğitimi için gelmiş kamp yapmıştık.  Aynı rotalarda gezi yapmayı pek sevmemize rağmen ekip üyelerinden şikâyetçi olan olmadı. Kim şikayetçi olsun ki kıvrım kıvrım yollardan, yemyeşil tepelerden,  kıpkırmızı gelincik bahçelerinden, bembeyaz bulutlardan, şipşirin köylerden. Yol önümüzün önünde akıp gidiyordu sanki. Sadece yol boyunca şahit olduğumuz ölü hayvanlar içimizi burktu.  Gözümüzün önünde bir araç tilkiyi ezdi. Havada olması gereken leyleği cansız yol kenarında görmek pek hoş olmadı. Anasına pamuk gibi gelen kirpi taş gibi yatıyordu yolun üstünde. Tüm bunların üzerine Yavuz Alper’in “Ölümde hayatın bir parçası” sözü pek bir manidardı. 

Karamürsel'den İznik'e

Karamürsel’de sabah çorbası ile başladı gezimiz. Sabah çorbalarımı artık yol klasiğimiz oldu. Karamürsel, ilk Osmanlı kadırgalarının inşa edildiği bir şehir.  Kara lakaplı Mürsel Alp Bey ise ilk kaptan-ı derya.  Temsili mezarı ve kadırga maketi hemen yol kenarına inşa edilmiş.  “Ufacık tefecik gördün de Karamürsel sepetimi sandın?”  deyimi ile de meşhurdur ayrıca.  Yalova yolunda İznik istikametine tepeye doğru saptığınızda muhteşem bir manzara karşılayacak sizi. Aşıklar Tepesi yada Oluklar Tepesi olarak adlandırılan bu bölgede Körfez’i ayaklarınız altında izleyebiliyorsunuz.  4 yıl önce geniş bir çayır olarak gördüğümüz bu alandaki inşaat şaşırttı bizi. Belediye tarafından yapılan mesire alanı inşaatınınasıl amacı İzmit Körfezi Köprüsü. Birkaç yıl sonra geldiğimizde bir de köprü manzarası eklenecek karelerimize.  Gezimizde fark ettiğimiz ilk değişim bu oldu. 4 yıl önce yıkılmış harabe ancak çalışır bir vaziyette gördüğümüz  Valide Sultan Köprüsü 2012 yılında restore edilerek araç trafiğine kapatılmış. Kötü bir restorasyon beklerken oldukça güzel bir çalışma yapılmış. Tarihe sahip çıkılmış. Bu ikinci değişim oldu.    

Kara Mürsel Alp Bey'in Mezarı ve İlk Osmanlı kadırgasının maketi

Karamürsel Aşıklar Tepsi - Bir kaç içinde İzmit Körfez Köprüsü görünecek.

Valide Sultan Köprüsünün 4 yıl içindeki değişimi 

Meyve bahçeleri arasından devam eden seyahatimizde bir anda kendimizi geniş bir gelincik tarlasında bulduk. Solmaya yüz tutmuş olsa da kendimizi bu güzelliğin içine attık resmen. Sadece gelincik değil çeşit çeşit kır çiçekleri vardı. Hem rengarenk güzellikleri hem nefis  kokuları ile mest etti bizi. Tarlayı çevreleyen tepeler pamuk gibi beyaz bulutlarla birlikte ressam BobRoss’un“Belki şurada küçük mutlu bir ağaç vardır” tadında bir manzara vardı önümüzde.  Her çiçekten birer ikişer toplayıp bir demet yaptım kendime.  Belki akşama kadar solup kuruyacaklardı.  Ancak hatıraları yanımda kalacak.


Gelincik Tarlası


İznik

İznik,  MÖ 2500 yıllarına uzanan tarihini halen sokaklarında yaşatan şehir.  Burada değil birkaç satır sayfalarca kitap yazılsa yeridir. Büyük İskender mi gelmemiş bu şehre. Bitanya Krallığı'na başkentlik mi yapmamış. Roma’nın yolları halen toprak altında. Yıkılan Bizans’ı tekrar kurmuş İznik. Osmanlı’nın imparatorluğa giden ilk basamağıdır belki de.  Her köşe başında bir hazine varken zeytin ağaçlarının arasında saklamış kendini. İznik’i daha önce gördüğüm yerlerle birlikte uzun uzun ayrı bir yazıda anlatacağım elbette. Bu gezinin özelliği olarak Ayasofya Camii’nin de ki değişimden bahsedeyim. 3 şehir de (İstanbul, Trabzon ve İznik) 3 Ayasofya var kiliseden camiye çevrilen. Uzun yıllar namazdan ezandan mahrum bırakılarak müzeye çevrilen bu camilerden İznik ve Trabzon Ayasofya’ları geçtiğimiz bir iki yıl içinde tekrar cami hakları iade edildi. 4 yıl önceki gezimizde istemeyerekte olsa müze bileti kesilerek girmiştik İznik Ayasofya’sına. Şükürler olsun cami olarak görmekte nasip oldu.  Sadece orta kısım namaz kılma alanı olarak düzenlenmiş. Kenarları boş bırakılarak misafirlerin rahatlıkla ziyaret etmesi sağlanmış.  İstanbul Ayasofya da bu şekilde bir düzenleme ile ibadete açılabilir en azından.  O günleri de görürüz inşallah.
İznik’in kapılarında dolaştık yine. Antik Tiyatro’dan sökülerek kapılara yerleştirilen masklarla hatıra fotoğrafı çektirdik.  Yanlış anlaşılmasın 1000 yıl önce olmuş bu olay. Bu arasa antik tiyatroda restore ediliyor. Taşlar temizlenmiş tek tek. Abdulvahap Tepesi’nden İznik Gölü manzarasını seyretmeden olmaz deyip çıktık yukarı.  Türbede rast geldiğimiz peygamber devesi eğlencemiz oldu. Ne güzel hayvandı öyle.

Abdulvahap Tepesi
İznik’i yeni hatıralarla arkamızda bırakarak Yenişehir’e doğru devam ettik. Yol yine olabildiğince cömert davrandı bize. Göz zevkimize hitap eden manzaralar vardı. Yine bir değişime şahit olduk ama. İznik çevre yolu inşaatı vardı. Kıvrım kıvrım yolları koca koca iş makineleri genişletip düzleştirmeye çalışıyordu. Belki de bu güzel yolları bulamayacağız bir daha.

Soğan Tarlası

Yenişehir - İnegöl 

Yenişehir. Bilecik’te çalışırken  Bursa’ya gidişlerimde transit geçtiğim bir şehir. Aklımda hep büyükşehrin kenarında kurulmuş uydu şehirlerden birisi olarak kalmış. Arkadaşlardan öğrendim ki Bursa fethedilene kadar Osmanlı’ya 16 sene karargahlık yapmış. Bu amaçla kurulmuş bir şehirmiş.  Yani ordugah şehirlerde birisi.  O zamanın şartlarına göre başkent kabul edilebilecek bir yer. Sonradan yapılan camileri, hamamları, saat kulesi ile tam bir Osmanlı şehri. Sokaklarında dolaştığınızda zaten tarihi hissediyorsunuz. Hele bir Sinanpaşa Külliyesi var ki güzeller güzeli.  Çinileri çalındığından kapalı tutuluyormuş maalesef. Ben ilk defa görüyorum bu şehri. Ancak arkadaşlar 4 sene önceki gezi ile karşılaştırdıklarında eski evlerdeki değişimi fark ediyorlar. Bir kısmı bakım görmüş bir kısmı ise daha da bakımsızlaşmış. Yenişehir hatıralarımda hiç eskimeyecek şekilde yer etti.
Yenişehir

Uludağ’dan önce son durağımız İnegöl.  Mobilyanın getirdiği zenginlik ile büyümüş  250.000 nüfusluk bir şehir. Yüksek yüksek apartmanlar, fabrikalar, geniş ana caddeler. Hiçbir şey ifade etmedi bize. Alışveriş yapıp çıktık hemen. 
Yenişehir-İnegöl yolu üzerinde Boğazköy Barajı

Kırgızlar Türbesi
İznik İstanbul Kapı'daki Tiyatro Mask Heykelleri
İznik İstanbul Kapı
İznik Ayasofya Camii



15 Mayıs 2014 Perşembe

Picasso : Doğduğu Evden Gravürler ve Seramikler

Pablo Ruiz Picasso
Ben beyaz bir babadan ve Endülüslü küçük bir can suyundan doğdum, ben Malaga’nın benim soyumu sürdüren başı yasemin çiçeklerinden bir taçla bezeli boğası Percheles’te on beş yaşında bir kızın kızının kızı olarak dünyaya gelen bir anneden doğdum.

Bu sözler dünyaca ünlü ressan Pablo Picasso ait. Pera Müzesinde geçtiğimiz ay son bulan bir sergide ressamın eserleri ile tanışma fırsatı buldum. Serginin girişinde bu kısa özgeçmişi okuyunca ne kadar ünlü olursa olsun bir yakınlık hissettim sanatçıya karşı.


" Doğduğu Evden Gravürler ve Seramikler" adlı sergide sanatçının çocukluğunda itibaren hayatından izlere tanık oldum. Meşhur resimleri yoktu. Ancak onlar kadar değerli çalışmalar vardı karışımızda. Özelikle seramik üstüne yaptığı yüz figürleri günümüzün meşhur gülen surat karakterlerine benzemesi dikkatimi çekti.
Gravür çalışmalarında ise yine kendine göre güzelliği anlayışı bu sefer çizgilerle ifade etmiş. Aile bireyleri oyun oynarken gördümüz çalışmalarda ise çocukluk dönemine ait izler görülüyordu.


Picasso'nun temellerini attığı Kübist olarak adlandırılan resim tekniğinin ilk çalışmaları bu sergideki gravürlerde yer almakta. Kübizm şu şekilde açıklanmaktadır.
Kübist tabloların genel özelliği, geometri ve geometrik şekillerin kullanılmasıdır. Resmedilen nesneler geometrik formlar oluşturacak şekilde basitleştirilmiş yahut geometrik şekillere bölünmüştür. Kübizmin bir diğer özelliği de uzaydaki üç boyutlu bir cismi iki boyutlu yüzeye aktarma çabasıdır. Bu amaçla Picasso, şekilleri yanal yüzeylerine bölüştürüp her birini iki boyutlu yüzeyde göstermeye çalışır. Yine bu nedenden portrelerindeki insanların hem profili hem de önden görünüşü görülmektedir.
----
Picasso'dan bir alıntı :
Alman savaş uçaklarının acımasızca bombaladığı İspanyol kasabası Guernica’yı resmeden tablosu savaşın koyu dehşetini yansıtmasıyla ünlüdür. Bir sergide faşist Alman General Picasso’ya sorar:
“Bu resmi siz mi yaptınız?”
Büyük bir nefret duygusuyla Picasso yanıtlar:

“Hayır, siz yaptınız!”
Bu resim Picasso'nun savaşa ve cbombalanmasına karşı duyduğu güçlü nefreti anlatmaktadır. Resimdeki insan ve hayvan figürleri acı, hüzün ve savaşa karşı duyulan nefreti yansıtmaktadır.
Picasso - Guernica







 
Design by Wordpress Theme | Bloggerized by Free Blogger Templates | free samples without surveys