Masal diyince aklına Binbir Gece Masalları gelmeyen yoktur herhalde. Arap Halifelerinin , İran şahların, Türk Sultanları saraylarında okunan masallar. Sınır tanımayan bu masallar bilinen tüm dünyayı etkisi altına almıştır o zamanlar. Ancak bu masalların Avrupa'da meşhur olmasının sebebi pekte uzak sayılmayan bir yerden Endülüs'ten kaynaklanmaktadır. Endülüs saraylarından okunan masallardaki ihtişam tüm Avrupa'yı etkilemiş ve doğuya hakim olmak için yanıp tutuşturmuştur.
Endülüs'ü İspanya'ın güney toprakları olarak kabul etsekte bu kültürü Kuzey Afrika özellikle Fas'ta da yaşanmış ve günümüzde halen yaşamaktadır. İçinde Endülüs geçen her cümle kıymetlidir benim için. Marekeş Masalcısı'nı alıp okumamdanki en önemli sebepte bu. Kitap doğunun önemli sanatlarından masal ve masalcılık üzerine yazılmış güzel bir roman.
Bazen kelimeler gerçek anlamlarını taşıyamazlar. Misal Fas en az İspanya'da kadar batıda olmasına rağmen kimse batı ülkesi olarak kabul etmez. Hatta doğu toplumlarında kültürünü en çok koruyan ülkelerden bir tanesidir. Bu yüzden en tarihi kadar uçcuz bucaksız çölleri ile tüm gezginlerin ilgisini çeken bir ülkedir. Henüz gitmemiş olmama rağmen Marakeş'in ismi bile merak uyandırdı bende. Romanın öyle güzel bir anlatımı vardı ki okudukça sokaklarında yürüdüğümü çöl insanların arasına karıştığımı hissettim. Marekeşin anlamıda bu zaten çöle açılan kapı. Fas, çöl ile okyonus arasında kalmış bir ülke. Bu iki unsur tüm ülkenin yaşamına nüfuz etmiş. Romanda bunun izlerini görebiliyorsunuz. Çölde okyonusta sonsuzluğu ifade eden kelimeleri. İkisinin içinde kendinizi keybedip kayboluyorsunuz. Gerçekle hayal bir birine karışıyor.
Romanın ana teması da bunun üzerine oturuyor. Roman başlı başlıbaşına bir masal olmakla birlikte masal içinde masalları barındırmakta. Hangi hikayenin gerçek olduğuna karar veremiyorsunuz. Marakeş'li bir masalcı olan Hasan'ın hayat hikayesi aslında. Ancak neredeyse tüm Fas dahil oluyor konuya. Herkesin hayatından bir kesitle hikaye genişliyor. Asıl konu ise gezgin bir çiftin Marakeş'e gelmesi ile onların çevresinde gelişen olaylar ve Amerikan-Fransız karışımı bayanın tüm şehri etkileyen hikayesi anlatılıyor.
Hikayeler anlatılırken aşk, sonsuzluk, gerçeklik gibi kavramlar üzerinde düşünülmesi gereken ifadelere yer veriyor yazar.
- "Duada gerçek, mistisizmde mana vardır. Doğa kılığına girmiş en büyük ozanlar yani nehi, dağ, okyonus, ve meltem bize böyle der.
- Güzellikte inanç gibi ruhun ekmeğidir. Bizi soylulaştırır. Bizi yaşamın yıkıcı akışında yakalandığında ona tutunmak isteriz.
- Yaşam geçici bir fantaziden başka nedir ki?
- Aşk bu. Beş duyusu, yedi sesi, dokuz derisi, on bir göz aldanması var. Yumuşacık. En derin okyonuslarda büyüyen bir çiçek. Titrek alevli bir mu, karda bir işaret, güzel bir memleket, çöl külü. Bu bir çağrı ve bir lanet nicedir tükenmiş, gece fısıldanan büyülü sözler. Bu bir fotoğraf, bir yas, bir tarih kaydı, bir yağlı boya resim.
Ve daha niceleri. Deniz kıyısında kahve eşliğinde başlayan okumalarım bir masal gibi sonlandı. Aklımda Cema-ül Fena Meydanı'nı görme hayalleri ile. Kitabın yazarı, ismini hatırayabileceğimi pek tahmin edemediğim, Joydeep Roy-Bhattacharya ise takip ettiğim yazarlar arasında girdi hemen. Henüz yazmamış olsa bile Bağdat ve İsfahan üzerine yazmayı düşündüğü kitaplarını bekliyor olacağım.
0 yorum:
Yorum Gönder