Uludağ. Çocukluğumdan hatırladığım ender hatıralar birisidir
belki de. 5-6 yaşlarında babamla bir
şeftali sezonunda emektar Bedford kamyonumuzla gelmiştik Bursa’ya. Tonlarca şeftaliyi yükleyip dönecektik
İstanbul’a. Tabi bunu çok sonraları babamdan dinledim. Benim hatıramda kalan
devasa çam ağaçlarının üzerinde uçarcasına geçen teleferikle Uludağ’a
çıkışımızdan başkası değildi. Bu yüzden Uludağ’ın
fantastik bir yeri var bende. O günde itibaren yaklaşık 10 sene sonra
bir okul gezisinde tekrar görmüşlüğüm vardı Uludağ'ı o kadar. .
Ta ki geçen sene yine bu vakitler Anadak’la tanışana dek. Uludağ’a
doyacağımı bilmeden dağcılık kursuna kaydolmuş ve iki kere eğitim tırmanışı için
gelmiştik. Birincisinde Keşiş Tepe’ye tırmanmış, ikincisinde göller bölgesinden
Büyük Zirve’yi denemiş ancak tamamlayamamıştık. Ancak zirve yapmaktan daha
faydalı deneyimler kazanmıştık. Her iki zirveye farklı noktalardan tırmanma
tecrübesinin yanında çok güzel kareler yakalamıştım. Daha sonra dağlardan uzak kaldım uzun bir
süre. Lale Hanım’ın aramıza teşrif edeceğini haber almamızdan itibaren dağlar
bir sevda olarak kaldı içimizde.
Lale genç bir kız (4 Aylık) olunca artık yollara düşme vakti
gelmişti. Anadak’ın Uludağ’a gideceğini hem de iki zirveyi aynı anda yapacağını
duyar duymaz takvimime kaydettim. Tırmanış zamanı yaklaştığında hava kapanmaya
güneş bulutların arkasında kendini gizlemeye başlamıştı. Zaman zaman yağan
yağmur endişelendirmişti. Ancak meteoroloji sitelerinin zirvede çok güzel bir
hava olacağı tahminini vermesi fotoğraf açısında çok şanslı bir zamanlama
olacağı işaretini veriyordu.
Güneş nazlanıp gizleniyorsa
biz de onu bulutların üstüne çıkar görürüz dedik gece yarısı düştük
yola. Bursa Çekirge’de sıcak çorba sonrası Oteller Bölgesine vardığımızda
zifiri bir karanlık vardı. Hazırlıklarımızı yaparak yürüyüşümüze başladık.
Şehir bulutlar altında iken bizim üzerimizde sadece yıldızlar vardı. Şehrin ışıklarında oldukça uzak olmamız,
havanın gayet açık olması yıldızları bir yol arkadaşı yapmaya yetmişti. Milyarlarca yıldız. Sadece ay yoktu. Ve bu
hiç iyiye bir alamet değildi. Karanlık sebebi ile zaman zaman yön bulmakta
zorlandık. Ancak deneyimli rehberlerimiz
sayesinde fazla zaman kaybetmeden ilk durağımız Keşiş Tepe rotasına girdik. Tepeye yaklaşırken gün doğmak üzereydi. Gün doğumunu tepede karşılayamasak ta
gökyüzündeki renkler doyumsuz bir an yaşattı bizlere. Bu saatten sonra yıldızlar sahneden çekilerek
yerini masmavi gökyüzü ve bembeyaz bulutlara bırakmıştı. Gün boyunca rüzgar ve
ışıkla şekillenen bulutların bin bir haline şahitlik ettik.
İlk zirve Keşiş Tepe’ye çıkarken çok zorlandığımı
söylemeliyim. Hem dağ tecrübemin fazla olmaması hem de fotoğraf çekerken
harcadığım ekstra efor enerjimin erken tükenmesine neden oldu. Zirveye ulaştığımda gördüğüm manzara ise tüm
yorgunluğumu almıştı. Zirvede atıştırdığımız yemek, çikolata, fındık fıstığın
bunda etki vardı elbette. Rehberimiz, Keşiş Tepe’den onlarca tepe gözükmesine
rağmen henüz Büyük Zirve’nin gözükmediğini söylediğinde daha yolun başında
olduğumuzu ancak anladım. Bu yüzden Uludağ’ın görünen yüzü Keşiş Tepedir.
Zirve noktarı Oteller bölgesinden tepesinde ufak bir klübe bulunan tepe olarak
bilinir. Halbuki bu tepenin arkasında sıralanan onlarda zirve var. Bu noktaya çıktığınızda asıl Uludağ’ın
heybetini anlayabiliyorsunuz. Asıl
zorluk yeni başlamıştı. Henüz ayağımız kara bile basmamıştı. Halbuki önümüzde bembeyaz
sıra sıra tepeler vardı.
Keşiş Tepe’den Rasat Düzlüğü’ne doğru indiğimizde bizi bir
sürpriz bekliyordu. Yaklaşık 2400 mt’lerde bir keçi sürüsü ile karşılaştık.
Evcil bile olsalar dağlar vazgeçmemişe benziyorlardı. Ve bu dağcıların
sembolünün neden keçi olduğunun bir göstergesi idi. Dönüş yolunca bu keçi
sürüsünü tepede bile gördük. Keçiler zirve yapmışlardı.
Rasat Düzlüğü’nden sonra bizi zorlu bir parkur bekliyordu.
Zaman zaman tehlikeli boyutlara varan sırt geçişi yapmak zorundaydık. Karın
fazla olduğu dönemlerde potansiyel çığ bölgesiydi burası. Şimdi kar az olsa
bile havanın soğuk olmasından dolayı buzlanma vardı. Rehberimizin talimatı ile
kazmalarımızı çıkartarak ilerlemeye başladık. Hem rehberlerimizin hem ekip
üyelerinin deneyimleri ile kazasız belasız atlattık. Bu geçiş benim için çok
büyük bir tecrübe oldu. İlk defa bir sırt geçişi yapmış ve kazma kullanmıştım.
Büyük Zirve’ye yaklaştığımızda enerjim iyicene tükenmiş gruptan
iyicene geride kalmıştım. Tehlikeli bir durum olmadığı için rehberimiz de beni
ardçıya teslim ederek grubun kalanı ile birlikte zirveye doğru hızla yol
aldı. Zaten yürüyüşlerde ardçılarla
sıcak bir arkadaşlığımız olmuştur her zaman. Doğal modellerimdir kendileri.
Sağolsunlar severler beni. Bu durumda bile çok güzel kareler yakalayabildim. Grubun
uzaktan zikzak çizerek zirveye tırmanma anları beklediğim karelerdi. Artık
ardçı da dayanamayacak hale geldiğinde zirve özlemi ile beni kaderime terk
etti. Tek başıma kalmıştım. Çantamı yolda bırakarak sadece fotoğraf makinemle yola
devam ettim. Zirveye ulaştığımda resmen sürünüyordum. Fotoğraf çekecek halim
bile yoktu. Arkadaşlardan yiyecek ve sıcak içecek alarak az da olsa kendime
geldiğimde etrafımdaki güzelliği ancak fark edebildim. Büyük Zirve’nin hemen
altında yer alan yarı donmuş buzul gölleri bütün güzelliği selamlıyordu bizleri.
Geçen yıl üzerinde yürüdüğümüz Kara Göl’ü bu sefer zirveden görmek ayrı bir
heyecandı benim için. Zirveye en geç çıkan olduğum için arkadaşlar çok sert
esen rüzgarda çok fazla durmak zorunda kalmışlardı. Daha fazla kalmaları
tehlikeli olacağından zirvede birkaç kare ancak çekebildim. Hemen dönüşe geçmek
zorundaydık.
Oteller bölgesinden 8 saatte Büyük Zirve’ye ulaşmıştık.
Dönüş için 4 saatimiz vardı. Aksi taktirde akşam karanlığına kalabilir üstelik bozmaya başlayan havaya yakalanabilirdik. Dönüş
yolunda rehberimiz beni en ön önde yürüterek gruptan kopmamamı sağladı. Bu
şartlar altında fotoğraf çekmemim tehlikeli olacağında dolayı kameramı
toplayarak sırt çantama kaldırdım. Bu nedenle dönüş yolunda tek bir karem bile
yok. Açıkçası fotoğrafı görecek halim bile yoktu. Midem bulanıyor, başım dönüyor, beynim
zonkluyordu. Grubun temposunu ben
belirliyordum. Çok çabuk yorulduğumdan sık sık mola vermek zorunda kalıyorduk. Rehberimizin
deneyimi grubun sabrı sayesinde yoluma
devam edebildim.
Rasat Düzlüğü’nü geçip Keşiş Tepe önlerine geldiğimizde rehberimiz ciddi bir karar aldı. Tepe’yi
dolanıp geldiğimiz rotadan geri dönmek yerine “Kapı” adı verilen dik ama
kestirme bir yamaçtan bizi indirmeyi tercih etti. Kapı’nın ilk bölümleri buzla
kaplı olduğundan grubun deneyimli üyeleri önden giderek bize yol açtılar.
Devamı taze kar üzerinde dik bir inişti sadece.
Yolun sonuna yaklaştığımızda tüm yorgunluğumu unutmuştum.
Ancak tehlikeli yerleri geçip düz toprak yola vardığımızda yine arkada
kalmıştım. Varış noktasına gruptan neredeyse yarım saat sonra varabildim.
12 saatte 24 km kadederek iki zirve yapmış normal bir dağ faaliyetinden
çok daha fazla yürümüştük. Çok zorlandığım anlarda belkide yüzlerce kez ne işim
var bu dağlarda demişimdi. Hatta bir daha gelmeme kararı bile aldım. Ancak
tırmanışı bitirdiğimde kendimi tüm yorgunluğuma rağmen tüy gibi hissediyordum.
Tüm zorluklarına ve zahmetine rağmen çok faydalı bir tırmanış oldu benim için.
Kafamda tüm kötü düşünceleri unuttum bir anda.
Ve sonraki tırmanışları düşündüm bir an.
Beni dağ tırmanışlarına iten iki ana sebep var. Birincisi ve
en önemlisi fotoğraf. Eğer fotoğraf çekmediğimi düşündüğümde bir anlamı
kalmıyor benim için. İkincisi ise bir sonraki “Dağ tırmanışları neden bir proje yönetim örneğidir
?” başlıklı yazımda daha detaylı olarak anlatacağım kendine özgü bir felsefesi
olan dağcılık disiplini. Dağcılığın planlaması, ekip dayanışması, risk yönetimi
ve bir çok özelliği ile sadece bir spor
yada bir hobi olmanın çok ötesinde bir anlamı var.
Ve bu tırmanışta hem çok güzel fotoğraflar çektiğim için
hemde dağcılık felfesini daha yakından yaşama fırsatı bulduğum için
mutluyum. Bu fırsatı verdiği için
öncelikle Anadolu Dağcılık Klübü ailesi,
faaliyet sorumluları Murat Büyükbıçakçı ve Erdoğan Kirpi’ye, rehberimiz
Selim Geyik’e ve tırmanış ekibine teşekkür ederim.
Hasan Dağı’nda görüşmek üzere …
0 yorum:
Yorum Gönder