Yoğun bir kar yağışından sonra güneşli bir hafta geçirdik. Tam hafta sonu gezi planları yaparken yağmurlu bir Cumartesi ile karşılaştık. Buna rağmen yılmadık Pazar İstanbul'dayız sokaklardayız dedik düştük yola. Önce kapalı bir hava karşıladı bizi. Korktuk kapalı mekanlara kaçmak geldi içimizden. Sonra bulutlar dağıldı. Griliklerin arasından masmavi gökyüzü belirdi bir anda. Güneş gösterdi kendi ara ara.O kısacık anlar bile bizi mutlu etmeye yetti. Günümüz aydın geçti. Mutlu mutlu evlerimize döndük.
2012'nin bu son gezisinde rotamız Eminönü - Sirkeci - Gülhane - Sultanahmet - Kadırga. Asıl konumuz aslında Kadırga. İstanbul tam kalbinde bir yer olmasına rağmen Eminönü, Galata, Taksim gibi bilinen bir yer değil. Gözden ırakta olması tabir yerinde ise İstanbul'un arkasına düşüyor olmasından dolayı. Tarihi Hipodrom'un yani Sultanahmet Meydanı'nın hemen altında yer almasına rağmen meraklıları haricinde kalabalıklar tarafından pek ziyaret edilmiyor.
Güne vapurda martıları besleyerek başladım. Bu sefer simit yerine çay-tostu tercih ettim ama yinede martılar yarısı aldı götürdü. Ellerimle besledim kuzucukları. Keşke tam ellerimden kapıp götürdükleri anda fotoğrafımı çekecek birisi olsaydı. Bunun yerine bende çay-simit keyfi yapan başka bir genci görüntüledim .
Vapurun vazgeçilmezi çay-simit keyfi
Eminönü'nde indiğimde can dostum Yavuz Alper beni bekliyordu. Zaman kaybetmeden yürüyüşümüze başladık. Sirkeci Gülhane istikametinden hızlıca Sultanahmet Meydanı'na çıktık. Yerebatan Sarnıcı'nda ilginç bir kalabalık vardı bugün. Kuyruğun ucu meydana kadar gelmişti neredeyse. O kadar yol gelip bu muhteşem sarnıcı görmeden gitmek istememişler galiba.
Yerebatan Sarnıcı İçin Sıra Bekleyen Turistler
Meydanı boydan boya geçerek Kadırga'dan önce ilk durağımız Keçecizade Fuat Paşa Camii'ni ziyaret ettik. Photoworld rehberlerinden tarihçi Müslim Hoca'mızla yaptığımız bir sohbette bu cami yapımında Faslı taş ustaların çalıştığını bu nedenle de Endülüs mimarisinin izlerini taşıdığını anlatmıştı. O günden beri aklımdaydı ziyaret etmek. Cami özgünlüğünü yitirmiş olsa da minber ve türbesindeki taş işçiliği ile dikkat çekiyor. Gerçekten de Endülüs mimarisi yansıtan işlemeleri ve pencere sistemi var. Cami imamı ile yaptığımız kısa sohbette ise geçtiğimiz yıllarda yapılan restorasyonda türbe mermerlerinin kumlama yöntemi ile temizlendiğinde çok zarar gördüğünü öğrendik. Mermere dokunduğumuzda resmen zımparalanmış gibiydi.
Keçecizade Fuat Paşa Camii Minberi
Keçecizade Fuat Paşa Camii
Keçecizade Fuat Paşa Türbesi
Fuat Paşa'dan Kadırga'ya doğru yürümeye başladığımızda bizi Tarihi Sultanahmet Endüstri Meslek Lisesi ve muhteşem manzarası karşıladı. Bina 1868 yılında Mithat Paşa tarafından meslek okulu olarak inşa edilse de bulunduğu mekanda Bizans döneminde demir işçiliği yapılırken Fatih döneminden beri Kılıçhane adıyla kılıç üretimi yapılmaktaymış. Günümüzde de kuruluşuna uygun olarak meslek okulu görevini devam ettirmekte. Ayrıca bünyesinde Cumhuriyet Eğitim Müzesi'ni barındırmaktadır.
Sultanahmet End. Mes. Lisesi'nin Banisi Mithat Paşa
Sultanahmet End. Meslek Lisesi
Aslında bu mekanın çok büyük bir özelliği var. Sultanahmet Meydanı'ndaki tüm yapılar gibi bu lisede meşhur hipodromun üzerine inşa edilmiş. Ancak bu noktada hipodromun 2000 yıllık kalıntılarını görebiliyorsunuz. Hatta tüm hipodroma ait meydan boyunca devam eden yer altı tünelleri bile mevcut. Bu tünelleri aşağıdaki belgeselin 7.dakikasından itibaren izlediğinizde hayretler içerisinde kalacaksınız. Elbette belgeselin tamamını seyretmenizi tavsiye ederim.
Belgesel ekibinin tünellere giriş kapısı
Hipodram Kalıntıları ve End. Mes. Lisesi
Yolumuza yokuş aşağı devam ettiğimizde mahalleye ruhunu veren Sokullu Mehmet Paşa Camii tüm ihtişamı ile karşımızda beliriyor. Sadece İstanbul'un değil belki de dünyanın en özel camilerinden biri olan bu muhteşem eseri daha fazla zaman ayırabilmek için günün sonuna saklıyoruz.
Caminin hemen yanında zarif bir bina var. Buhara Özbekler Tekkesi. Uzun yıllar Türkmenistan'tan gelen hacılara hizmet etmiş. Şimdi sanatsal çalışmalara merkezlik etmekte. İlginçte bir hikayesi var. Amerikalı Atlantic Records'un kurucu Ahmet Ertegün'ün dedesi bu tekkenin şeyhlerinde birisiymiş.
Buhara Özbekler Tekkesi
Buhara Özbekler Tekkesi
Şehit Mehmet Paşa yokuşunu takip ederek Küçük Ayasofya'ya doğru devam ediyoruz. Küçük Ayasofya, İstanbul'un en eski Bizans eserlerinden biri. 2.Beyazıd zamanında kiliseden camiye çevrilip bahçesine birde medrese inşa ediliyor. Çok huzurlu bir atmosferi var. Haziresindeki mezar taşları ise kesinlikle görülmeyi hak ediyor.
Küçük Ayasofya Camii
Küçük Ayasofya Camii
Küçük Ayasofya Camii
Küçük Ayasofya Camii Haziresi
Gün son durağı ve en özel bölümü. Sokullu Mehmet Paşa Camii. Hangi taraftan baksanız çok özellikli bir cami. Bir kere Osmanlı'nın en kudretli sadrazamlarından Sokullu Mehmet Paşa'ya ait. İkinci Mimar Sinan'ın en güzel eserlerinden biri. Meyilli bir araziye bu kadar işlevsel bir binayı ancak büyük üstad yapabilirdi. Üç ayrı kapıdan üç ayrı yokuşu bir birbirine bağlıyor. Sanki semte ruhunu veren kalbi konumunda bir cami. Ancak bunlardan çok daha önemli bir ayrıcalığı var. Belkide dünyada başka hiç bir şehre nasip olamayan bir emaneti saklıyor bu cami. Mübarek Hacer-ül Esved taşına ait 4 küçük parça bu caminin çeşitli yerlerinde muhafaza ediliyor. Bir tanesine el bile sürülebiliyor. İşte bundan dolayı ayrı bir manevi havası var bu caminin. Ziyaretçileri de bunu bilerek geliyorlar.
Sokullu Mehmet Paşa Camii'nin çok farklı açılardan fotoğraflarını çektik. Yakınlardaki bir otelin terasındaki manzara ise harikaydı. Bulutların arasından süzülen ışıkların altındaki gemiler günün güzel kareleri arasında yer aldı.Sadece bizim için değil balıkçılar içinde bereketli bir gündü. Kıyıya çok yakın avlanmalarına rağmen ağlarının dolu dolu olduğu martı çığlıklarından belli oluyordu.
Son zamanlarda sokak fotoğrafçılığına ilgim dahada arttı. Bu gezide fazla zaman ayıramasam da Kadırga sokaklarında bir kaç güzel kare yakaladım. İstanbul bir derya. Her sokağında ayrı ayrı hikayeler ayrı ayrı gizler saklı. Değil bir gün yıllarını verseniz yine de hikayeler güzellikler bitmez burada. Kadırga'da bir günde bitmedi elbet. Ama tatlı bir tat bıraktı. Bir adım attık İstanbul'a. O yüzyıllardan öncesinde koşarak geldi bize.
Sultanahmet'te Çin lokantası hemde Çinli fotoğraf çekerken
1 yorum:
hem yazı, hem fotograflar harika..
Yorum Gönder